18 Mart 2017 Cumartesi

Ölümü beklemek

“Bir sessiz çığlık gibi dolanır durur
Ölüm denen o sisli uyku
Bir gün gelir, beni bulur..”
Bülent Böceci

Ölümden korkmaktan daha acı verici olan bir şeydir ölümün beklediğin halde gelmemesi. Doğduğumuz an garanti olan tek şey yaşayacağımız değil öleceğimizdir. Buna rağmen insanlar daha fazla yaşamak için çabalayıp, o son an geldiğinde yaptıklarından pişman halde gözlerini sonsuz bir uykuya kapatıyorlar. Onların acısı sadece bir andır. Ölüm geldiği an biter, bir daha hatırlanmaz. Bir hayat boyunca geleceği belli olan ölümün gelişine şaşırmak her kış yağan kara şaşırmak kadar garipsenecek bir durumdur.
Asıl acı içerisinde olanlar, bir türlü geçmeyen vakte/gelmeyen ölüme şiirler yazanlardır. Ölümden korkanlar değil ölümü her an bekleyenler şair olabilir. Neden? Çünkü bu hayatta kalıcı olmadığının farkına varan insan, unutulmamak adına son bir kükreyiş sergileyip adını tarihe altın harflerle kazımak ister. Bilir ki herkes ölür ama sadece bazıları ölümsüzlüğü keşfedebilir. Ölümsüzlüğü Lokman hekim bir ilaçta değil, bilgin-aşkın-erdemli-inançlı bir kişilikte bulmuştur. Lokman hekim ölümün geleceğinden emindir, bu yüzden geçip gideceği hayatı daha iyi ve faydalı geçirmek için uğraşırken adını tarihe altın harflerle kazımıştır.
 Ben ise bu nacizane geçirdiğim küçük bir zaman diliminde ölümün geleceğini ve kaçışımın olmadığını ilk gözlüğümü taktığım zaman anlamıştım. “Bin nasihatten bir musibet iyidir” derlerdi. Ben başıma musibet gelmedikçe bir şeyi anlayamadığımdan, gözlerimin bozulmaya başladığını fark ettiğim ilk an ölümün bana doğru koştuğunu gördüm. Ölmekten kaçamayacağımı anladığım zaman ise elimden ne gelir diyerek teslim oldum. O günden beri, bir inziva ortamında unutulmamak için didinip duruyorum. Yaşamayı sevdiğim kadar ölümü beklemeyi de seviyorum.
Ölmek için en uygun zaman, hangi zamandır? Gündüz ölmenin pek bir heyecanı yok. Bağırsan duyarlar başına toplanırlar, ağız tadıyla bile her an beklediğin anı yaşayamazsın. En güzeli gece ölmektir. Acılar içinde inleyip, kendini sessizce sisli uykuya bırakmaktır. Tek başına doğduğun hayattan tek başına ayrılabildiğin zaman ölebilirsin. Yoksa insanların akıllarında hep o son acı çekişlerin kalacaktır. O son kükreyişim olacak son şiirimi bitirdiğim vakitte ölüm gelmediğinde, ölmek sadece yanlış hatırlanmaktan ibaret kalacak bir andır.

“Kader cellâdına
Sessiz uzat boynunu;
Acıma ne kendine, ne de gelecek günlerine
Yalnız bir düşünceye yum gözlerini
Son darbe inmeden evvel, en son anda
Bir çiçek, bir kuş, bir tebessüm ol;
Düşüncen kurtarsın seni senden,
Bil! Biraz sonra
Ebediyen senindir

Senden uzak olan her şey...” A.H. Tanpınar

16 Mart 2017 Perşembe

Yine geleceğiz, yine büyüyeceğiz!

Neden bu hüznün ey bozkurt?
Ayrı mı düşürdüler seni Turan’dan
Ümitlerin bitmesin ey ulu Türk!
Devam et kutlu hakanın yolundan.

Bir korku işlemeye çalışırlar yüreğine
Korkma!
Her gecenin sabahı, her kışın bir baharı,
Her ayrılığın da bir kavuşması vardır.

Kaçıp gitmek çakal kitabında yazar
Yitip gitmek bize yaraşmaz
Dik dur ey gök börü!
Elbet bir gün uçmağa varacağız.

Kaldıracak tuğunu kut alan bey
Toplanacak altında er kişiler,
Dağılıp kaçışacak tüm zalimler
Hey, hey, hey!

Yola çıkacağız Altaylardan Acun için
Adaleti öğreteceğiz tüm firavunlara
Haksızlığı bitireceğiz, cezalarını vereceğiz.
Yine geleceğiz, yine büyüyeceğiz!


 Bülent Böceci

Travmadan Sarsıntıya


Yazıya başlamadan önce travma ve sarsıntı kelimelerinin anlamlarını vereceğim, daha sonra yazının içinde belli başlı yerlerde kendi travma ve sarsıntı terimlerine yüklediğim anlam üzerinden devam edeceğim.
Travma: 1. 1. isim, ruh bilimi Sarsıntı
2. tıp (***) Bir doku veya organın yapısını, biçimini bozan ve dıştan mekanik bir tepki sonucu oluşan yerel yara, örselenme
Sarsıntı: 1. isim Sarsılma işi, birden sallanma
2.Titreme, titreyiş
3. Deprem
4. Deprem sırasındaki yer hareketlerinin her biri
5. Bir kişi, toplum, kurum veya kuruluşun dengesini etkileyen, beklenmedik olumsuz değişiklik
6. Ruh bilimi, Canlı üzerinde beden ve ruh açısından önemli ve etkili yaralanma belirtileri bırakan durum, sadme, travma.

Şimdi çayımı koyup geldim, neden böyle başladığımı açıklayayım. Burada beni takip eden kişilere sadece kuru kuru kendi düşüncelerimi aktarmayı biraz kendime yakıştıramadım. Mesela şuan beni takip eden veya bu yazıyı okuyan insanlar travma ve sarsıntı kelimelerinin anlamlarını ve kullanılması gereken kelimenin “sarsıntı” kelimesi olduğunu öğrenmiş oldu. Benim gibi bu dili kullanan insanlara, dilimizin yeterli olduğunu öğretme çabalarımdan biriydi.

Travma kelimesini her duyduğumda aklıma hemen trajedi gelir, ardından Romeo ve Juliet. Bir türlü ısınamadım bu kavramlara, hep bir eksiklik olarak kaldı içimde. Bir isyan ve başkaldırı isteğiyle dolup taşıyorum aslında her seferinde. Benim gözümde travma, bir olay o an olup bitiyorsa ve bunun sonucunda bir trajedi yaşanıyorsa o zaman anlam taşıyor. Mesela çok ani bir sinir patlaması yaratan olaydan sonra eğer o öfke dışa vuruyorsa işte o zaman bu bir travmadır. Çünkü dışarı vurduğu andan itibaren trajedi yaşanma olasılığı büyük potansiyel gösterir. Yaşanılan travma sıcaklığını gösterdiği zaman içerisinde trajediye yol açmalıdır ki o zaman anlayabilirim ben onun travma olduğunu. Böyle şeyler hızlı yaşayan toplumların bireylerinde görülüyor genelde. Asi kişiler, -belki çoğunluğu çocuklar olabilir- bir travma sonrası ortalığı kırıp döküyorsa, ağlıyorsa veya travmayı atlatana kadar bağırıyorsa işte o zaman trajedi yaşanıyordur. Bu benim gözümde bir travmadır. Ayrıca trajedi sözcüğünün Türkçesi de “ağlatı” olarak kullanılmalıdır.

Sarsıntı dediğim kavram ise benim düşünce dünyamda çok ayrı yere sahiptir. Sarsıntı dediğim şey öyle etkisini hemen göstermez. Bizim buralarda çok sinirli olan birisine veya bir hışımla alelacele karar verecek birisine “dur önce otur şöyle bir soluklan sonra sakin kafayla yaparsın ne yapacaksan” derler, işte o oturup sakinleştiğimizi sandığımız andan itibaren o sarsıntı etkisini göstermeye başlayacaktır. Kırıp dökerek, öyle hemen belli olacak şekilde dışa vurumu olmayan şeyler benim için sarsıntıdır. Son söylediğim biraz karmaşık veya anlamsız oldu farkındayım, açıklayayım. Mesela, bir çocuğun babasını birileri öldürdü diyelim. Çocuk üzüldü falan belki ama öyle büyük bir tepki göstermedi ilk zamanlarda. Yıllar geçtikçe çocuk babasını öldürenlerin belli özelliklerini taşıyan herkese bir ön yargı göstererek nefret ediyorsa, babasının yokluğunu bir sürü sembollerin altında gizleyerek anlatmaya çalışıyorsa işte bu bir sarsıntıdır benim için. Bunu daha iyi anlamak için Peyami Safa’nın hayatına ve eserlerine bakmak yeterli olur diye düşünüyorum. Ben böyle anlamıştım. (Ben anlamışsam herkes rahatça anlar gibi bir hava var dimi? hehehe) İşte sarsıntı kavramı benim düşünceme göre böyle bir anlam taşıyor.

Travmadan sarsıntıya dedim ama günümüzde sekülerleşen ve anı yaşa felsefesine doğru itilen insanlar, sarsıntılardan travmalara doğru gidiyor gibi duruyor değil mi? “Eğer sinirlendiysen, üzüldüysen veya hırslıysan hemen duygularını belli et sonra geç kalacaksın.” Düşüncesi insanların bilinçaltlarına kadar işlenmeye çalışıyor ve insanlar buna göre davranıyor gibi görünebilir. Aslında farkına varırsanız, insanlar tam sekülerizmi benimseyemediler ve sekülerizmden de uzaklaşamıyor. Bu durum anı yaşa felsefesine yakınlaştırsa da, kendisini o felsefeye tam ait hissedemeyen potansiyel sekülerizm kurbanları, her yaşadığı travmayı bilinçsizce sarsıntıya çevirmeye başlıyor. Çünkü anı yaşamayı henüz tam kabul edememiş bireyler, yapacaklarının doğruluğunu ve yanlışlığını sorguluyor, ölünce tekrar dirileceği bilgisi bulunan bilinçaltları tarafından da baskıya uğrayarak kararsızlaşıyor. Yaşanılan travmayı, normal olarak sarsıntıya çeviriyor. Çünkü olay sıcaklığında patlayamayan duygularını bir şekilde dışarı atmalı aksi halde daha çok zarar göreceğini ön görüyor. İşte günümüzün insanının büyük çıkmazlarından birisi de budur.

Anlatmaya çalıştığım şeyi anladığınızı varsayarak, tekrar görüşmek üzere diyorum. J

13 Mart 2017 Pazartesi

15 Temmuz Sonrası Birlik ve Beraberlik

Tarih 15 Temmuz 2016
Türkiye devletinin ve halkının her on yılda bir maruz kaldığı darbelerden birisine daha ev sahipliği yaptığı tarihtir.
Bu yazıda darbeyi anlatmayacağım, darbenin sebeplerini de anlatmayacağım. Bunları anlatan çok kişi var zaten. Darbeye inanıp inanmamanızı da sorgulamayacağım. İsteyen tiyatroydu der, isteyen gerçek bir darbeydi halk engelledi der. Bunlar beni ilgilendirmez. 15 Temmuz’dan sonra fark ettiğim bir şeyi anlattığım bir yazı olacak. Yazının başlığının 15 Temmuz olmasının sebebi de anlatacağım şeylerin altında darbeden sonra olan durumdan yola çıktığım içindir.
Şimdi 15 Temmuz günü darbe yapılmaya çalışıldı. Sonrasında halkın ve güvenlik güçlerinin başarısı ile engellendi. Devletimizi ve haklarımızı savunduk. 15 Temmuz gerçekleşmiş olsaydı ne olurdu belki bunu sonra anlatabilirim. Ama darbeden sonra Türk halkı birlik ve bütünlük için yeşil ışık yakmıştı. Yenikapı mitinginde görüldüğü ve bunun birçok örneği olduğu gibi, F. Gülen cemaatinin gerçek yüzünü gören halk sağ-sol, din, ırk, siyasi ve sosyal düşünce ayrılıklarına rağmen ortak bir paydada buluşmaya başlamıştı. Keşke bu durum bozulmasaydı. Her zaman bahsedilen o dış güçlerin sayesinde midir bilinmez ama bu birlik beraberliğin bozulma tohumları atıldığını ben geç fark ettim, inşallah herkes fark eder. Sistem değişikliği/C.başkanlığı sistemi çalışmaları birden hızlandı. Bu belki normaldir, bir daha aynı senaryo ile karşılaşmamak için bir önlem olduğunu varsayalım. Bu sistemin doğruluğunda yanlışlığında da değilim. Ama kutuplaşmayı artıracak şekilde referandum çalışmaları yürütülmemeliydi diye düşünüyorum. Evet veya hayır oyu verecek insanlar elbet olacak, sonuçta önümüzde iki tane seçenek sunuluyor. Ama hayır oyu verecekler teröristtir, Chp-Hdp-Pkk-Siyonizm-Batı-Fetö hayır verin diyor bu yüzden evet diyeceğiz gibi bir kampanya yürütülmesi bence toplumu ayrıştıran ve kutuplaştıran bir söylem. Chp ve Hdp mecliste olan partilerdir, eğer bu partilerde terör ile bağlantıları olan kişiler varsa partiyi kapatabilirsiniz veya o kişilerin dokunulmazlığını kaldırıp yargılayabilirsiniz. Pkk’nın kökünü kazıyabiliriz, böyle bir gücümüz de var. Fetö’ye zaten operasyon altında tutuyoruz. Bunların bir kısmını yapıp bir kısmını yapmıyorsak ve bundan bir çıkar umuyorsak bence çok yanlış bir politika uyguluyoruz demektir. Türkiye Cumhuriyetinin Chp, Hdp, Pkk, Siyonizm, Batı ve Fetö’ye gücü yeter, bunların üzerinden kampanya yürütmek devletimizi güçsüz gösteriyor diye düşünüyorum.

Dediğim gibi darbe sonrası nihayet bir olmuşken, beraber mücadele etmeye başlamışken bence kutuplaştırmayı artırmak yerine saygılı ve ılımlı olarak evet-hayır kampanyası yürütülmelidir. Bizler aklı olan insanlarız, aklımızı kullanarak evet veya hayır diyebilecek yetilere sahibiz. Benim derdim siyasi partiler veya anayasa değişikliği değil, toplumsal birlik ve beraberliğin korunmasıdır. Hepimiz insanız, insanlar oturup çözülecek sorunları çözebilirler. Devletimiz çok şükür güçlüdür, haklıya hakkını haksıza cezasını verebilir. Birlik ve beraberliği de koruyabiliriz. Evet veya hayır sonucunun çıkması bile bence bizi etkilememeli. Biz Türk milleti olarak her durumda ve her koşulda birlikte güçlüyüz, bu yüzden bizleri birlikte olmamaya ve yalnız kalmaya zorluyorlar. Eğer bir oyun bozulacaksa bu birliğimizi bozmaya çalışanların oyununu bozmak ile başlamalıdır.

6 Mart 2017 Pazartesi

Küçüklüğüm ve Çocuklar

   Karakterimizin, düşünce sistemimizin, davranışlarımızın, ruhsal durumumuzun nasıl oluştuğunu gerçekten merak ediyorum. Belki bilseydim bu konu hakkındaki düşüncelerimin doğruluğunu teyit edebilirdim.  
   Bazen sanki çok büyümüşüm gibi küçüklüğümü düşünüyorum. Bir yandan yaptıklarım için seviniyorum, bir yandan bana yapılanlardan dolayı üzülüyorum/sinirleniyorum. Küçükken kilometrelerce mesafelere kendi başıma giderdim, hiç korkmazdım. Başıma bir şey gelir mi acaba, kaybolur muyum gibi bir düşünce aklıma dahi gelmezdi. Mahallemizi ve çevresini avucumun içi gibi biliyordum. Ne güzel ki ailemde beni eve kapatmakla uğraşmıyordu, şimdilerde dışarı çıkartmak için uğraşıyorlar o da ayrı bir mesele tabi. Ama bazen çevremdeki insanlar sırf konuşuyorum bir şeylerle uğraşıyorum diye bana kızıyorlardı. Biraz yaramaz biraz da uslu bir çocuktum aslında. Şimdilerde çok iyi hissediyorum, okul öncesi ve ilköğretim zamanlarımda beni susturmaları ve istedikleri gibi davranmam için gösterdikleri tepki yüzünden içimde bir çekingen taraf oluştu. Belki beni olduğum gibi kabul edip hayatıma devam etmeme izin verselerdi şuan “dava adamı/aksiyon adamı/eylem insanı” tabir edilen insanlardan olurdum. Ama şuan oturduğum yerden kalkmak iş yapmak dahi içimden gelmiyor.
   Şimdi bunları anlatmamın sebebini anlatayım. Şimdiki çocukların çoğu evde büyüyor. Ailesinin korumasında, sokak görmeden ve her zorlukta ailesinin yardımına muhtaç bir şekilde yaşamaya alışıyorlar. Sonra ruhsal durumları, düşünce yapıları, davranışları gibi özellikleri korku, panik, tedirginlik, asalak olmaya doğru eğilim gösteriyor. Ben sekiz yaşındayken şimdilerde girerken iki kere düşündüğüm yerlere gözüm kapalı girip çıkacak cesaretim vardı. Arkadaşlarımla sokak sokak gezerdik, şimdilerde çoğumuzda öyle pek bir şeyden korkmadan yaşıyoruz. Zamane çocuklarının sonu ne olacak diye düşünüyorum. Belki sırf bu yüzden bile çocuk sahibi olmaya hatta evlenmeye bile mesafeli bakıyorum. Çocuğumu çekingen, her şeyden korkan istemediğim saçma sapan birisi gibi yetiştirme ihtimalim var. Kendi çocuğum olunca belki eleştirdiğim o çocuklardan birisi de benim çocuğum olabilir diye düşünüyorum. “Bekara eşini boşamak kolay” gibi bir atasözümüz var, ama eğer beni okuyorsanız ve çocuğunuz, kardeşiniz,  yiğeniniz, torununuz falan varsa salın sokağa bir hayatı yaşamayı öğrensinler demekten kendimi alamıyorum. Çocuklara yaptıkları her hatada kızmayın artık, bırakın yaramazlık yapsınlar, kırsınlar döksünler. Kendileri öğrensin yanlışların yanlış olduğunu. Yoksa bizim doğru yanlış algılarımızla büyüyecek. Aileler çocuklarının kendileri gibi olmaması için uğraşıyor genelde, ama kendi hayatlarını düşüncelerini ortaya çıkartmaya izin vermiyorlar. Çok garip ve çok üzücü bir durumdayız. Eğer dediğim gibi okuyorsanız beni, bu konuyu bir düşünmenizde fayda var. İğneyi kendimize batıralım artık.