25 Nisan 2017 Salı

Problemlerimiz: Kapitalist İnsan

Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde semâ kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!

Hoşgeldiniz, iyisinizdir umarım. Ahmet Haşim’le başladık diye depresyon yazılarımdan birisi olması gerekmiyor bunun, zaten öyle de olmayacak inşallah. Işıkları kapattım, sigaramı yaktım, kulaklığımı taktım ve şarkımı açtığıma göre başlayabiliriz. Ah bir de çay olsaydı!
Problemlerimiz konu başlığı altında topladığım toplumumuzun ve insanların içlerinde fark edilmeyen, fark edilse de bir şey değiştirmek için çaba sarf etmediğimiz sorun olarak belirlediğim konuları işliyorum bildiğiniz üzere.  Son yüzyılda ve hatta son yirmi yılda zirveye ulaşan seküler yaşama merakı ve kapitalizm bu yazımızın konusunu oluşturacak.
Yaşları ilerlemiş bireylerde daha az görülmesinin yanında, yeni nesil ve genç nesilde çok fazla hissedilen sekülerleşme toplumumuzu içten kemiriyor bunu henüz fark edemedik, ettiğimizde umarım ki çok geç olmamış olur. Bilindiği üzere Oktay Sinanoğlu’nu çok severim, onun  “Türk genci iki kanatlı olmalıdır. Bir kanadı bilim, bir kanadı gönül” söylemi bence çok önemlidir. Kendisi de yaşamını bu çizgide yürütmüştür. Bu sözü şu şekilde yorumluyorum, hem dünya hayatı hem de dini veya insani kaynağı da kaybetmemeli insan. -Aklımdaki din düşüncesi, “insanlık” teriminin en iyi yansıtıldığı bir kurum olduğu için ikisinden birisini kullanmakta çekince duymuyorum, bu şekilde bakarsanız bir eksiklik görülmeyeceğini düşünüyorum önceki cümlemde.- En büyük hatalarımızdan birisidir, sadece kendimizi düşünerek yani bencillik yaparak “günü kurtarmak” için yaşamak. Para, aşk, sevgi, saygı, onur, mutluluk, gurur bunların hepsini istiyoruz ama sadece kendimize istiyoruz. Diğer insanların ne durumda olduğunu (samimi olun) düşünmüyoruz. Hep kendimizi kurtarma çabası içerisindeyiz. Bir kişi çıkıp demiyor: “ Ben batarsam, yerin dibine girersem gireyim ama toplumdaki çevremdeki insanlar başarı ve mutluluk elde etsin.” Bence bu türlü yaşamak en kötü problemimiz olabilir.
Seküler yaşamak beraberinde kapitalizmin istediği bireyi yani ya kapitalist olacaksın ya da köle olacaksın seçimine kadar insanları getiriyor. Kapitalist sisteme girmiş bireyler de ön yargı denilen o saçma sapan düşünceye kapılıp kalıyor. Bir şeyleri değiştirmek için uğraşan insanları anarşist, huzur bozucu veya boş işler peşinde koşan gibi yaftalarla karalıyor. Ama farkında değil ki bu insanların bir kısmı aslında zararlı olan bir sistemi değiştirmeye veya düzeltmeye çalışıyorlar. Bu insanlara bu şekilde davranarak farkında olmadan kendilerine kötülük yapıyorlar aynı zamanda kapitalizme hizmet ediyorlar. Hani zamanında her peygamber müşriklerle mücadele etmişti. İşte zamanımızın en büyük müşrikleri kapitalizmden yararlananlar bence. Bu kadar da sert bir tabir kullanıyorum, gerçekten büyük bir problemimiz olduğunu vurgulamanın en güzel göstergesidir.
Şimdi Oktay Hoca’nın cümlesinin gönül yani benim tabirimle din ve insanlık bölümüne geçeyim. Sadece dinin emrettiği (İslam için konuşuyorum.) farz dediğimiz oruç namaz gibi odaklanıp geri kalan ibadetleri ıskalayarak toplumumuz büyük bir yanlışın içinde kalıyor. Samimi bir Müslüman Kur’an’ın mealini en az bir kere anlamak için okuyarak yorum yapması gerekiyor. Çıkarttığı yorumları kendi hayatına aktarmasından önce ilk önce neyi yapması gerektiğini anlamalı, daha sonra ibadetlerin altlarındaki veya dinin emrettiklerinin altındaki mantığı çözerek yaşamalı yani kendi hayatına aktarması gerekir. İlk önce mantığını anlamalı Müslüman olmanın, İslam inancı içinde bulunmanın. Yoksa her zaman gördüğümüz gibi namaz kılan oruç tutan ama hırsızlık yapan yalan söyleyen ve daha birçok günah sayılan şeyleri yapan insanlarla karşılaşmamız gayet olası bir durum olur. Bizim Müslümanlar diye isimlendirdiğimiz toplumdaki dine tabii olan insanları yorumlarken bu insanların İslam’ın mantığını ne kadar kavradığını göz ardı etmemizden kaynaklanan yanlış yorumlar ortaya çıkıyor.  İşte vurgulamak istediğim şey burada, insanların Müslümanlığı sadece namaz kılıp oruç tutmak hacca gitmek gibi ibadetlere sınırlandırmış olmasının yanlış olduğudur.
Bir insan bence hem seküler yaşayıp hem dinine bağlı kalamayacağıdır. Çünkü kapitalizm İslamiyet’e ters düşen bir yapılanmadır. Müslüman insan sadece gününü geçirmek, sadece kendi mutluluğunu, huzurunu ve sadece kendisine yarar sağlayan bir düşünce yapısından uzak kalmalıdır. Namaz ne kadar dinimizin emri ise toplumsal refahı artırmak, çağdaş olmak, ötekileştirmemek, ezmemek yani sınıfsal farklılıkları kaldırmak ve kendinden önce karşındakini düşünmeyi de emreder. Çok sıradan bir görüş olarak gelebilir ama gerçekten de İslam’ın mantığını kavrayan bir insanın ne kapitalizme ne sekülerleşmeye ne faize ne de başka bir insani düzene ihtiyacı olur. Çünkü gerçekten İslam o Aristo’nun, Sokrates’in, Platon’un ve birçok felsefecinin, sosyologun, bilim adamlarının gerçekleştirmeye çalıştığı hayalini kurduğu ideal toplumun ve ideal insanın nasıl olması gerektiğini ve nasıl bu şekilde yaşanacağını gayet net bir şekilde açıklamaktadır. Bizim gösterişe, bencilliğe vb. şeylere ihtiyacımız yok. Bunlar sadece içinde bizi sömüren, insan olmamıza izin vermeyen sistemin bize dayatması. Bu sistemden kurtulmamız için ilk önce bilinçlenmeliyiz, bilgilenmeliyiz, kendimizi olabildiğince geliştirmeli ve olgunlaştımalıyız. Herkesin hedeflediği “olgun insan” tanımına ulaşan insan sayısı arttıkça ümidimiz de artacaktır. Önemli olan bu yolda çabalamaya başlamaktır.
Umarım, anlattıklarımı anlatmayı istediğim şekilde anlamışsınızdır. Bütün amacım, kendimi ifade etmek ve hayata bakış açımı düşüncelerimi diğer insanlarla paylaşarak eksiklerimizi beraber tamamlamaktır.

“Ben tek başıma isem yok oluruz, seninle beraber isem bir ümidimiz vardır.”

23 Nisan 2017 Pazar

Belirli bir başlık yok ne güzel değil mi?

Hep belirli bir konudan mı bahsetmem gerekiyor? Bu sefer rüyadaymışım gibi konuşacağım. Eksik bırakacağım her şeyi ama aslında hepsi tamamlanmış olacak.

Hangi ortamda kendimiz olduğumuzu düşündünüz mü? Arkadaşlarımızın yanında mı, ailemizin mi, okulda mı, yalnız olduğumuzda mı? Maskelerin arkalarında saklanıp duruyoruz farkında olarak veya olmadan.
Hangi cümle benim cümlem? Hangisinde kendimi anlatıyorum? Devrikler mi yoksa düzenliler mi benim cümlelerim?
Bazen hissediyor musunuz bilmiyorum ama ben bunu fark ettiğimde kendimden iğreniyorum. Daha önce duyduğum bir cümleyi sonradan kendim cesurca kullandığımda mesela. Ben ne ara öğrendim ne ara düşündüm bu cümleyi de kullanabiliyorum? Bu konuda bir yasa çıkartılıp herkes kendi cümlesini kurması gerekliliği getirmeli bence, cezası ölüm olmalı. Boş konuşmayı engellemek, ilerlemek için yapmalıyız bunu çünkü adalet böyle bir şeydir! Hehehe şaka yapıyorum aldırma bana.
Dünya’ya karşı dimdik duracak cesaretim var benim ama bir köpeğin olduğu sokağa girecek cesaretim yok. Ben hak veriyorum fil kardeşime, çünkü aynı durumdayız. Acılar, korkular, hayal kırıklıkları anlatılarak değil yaşanılarak paylaşılır diyorum hep, boşuna olmadığını da ispatlamış oldum kendi kendime.
Bazen içimdeki canavar ortaya çıkıyor. Kendi kendime diyorum, elimde bir güç olsa evreni evrene çarpar her şeyi yok ederim. Bırakın kardeşim Dünya’yı falan bütün evren acı çekiyordur kesin. Hepimizin iradesi, aklı varsa evrendeki “üstünlerin” acı çekmeye, acılar yaratmaya mahkum olacaklardır. Her zaman birileri birilerini ezecek ve her zaman birileri gülecek birileri ağlayacak her zaman kazananlar adalet olduğunu doğru olduğunu haklı olduğunu savunacak. Hadi oradan diyorum, HADİ ORADAN!
Hapsolmuşuz küçücük bedenlere, potansiyelimizi sınırlıyoruz farkında mısınız? Aşalım, yırtalım bedenlerimizi ve gerçek gücümüze ulaşalım istiyorum. Hep söylüyorum, biz bir kendini bilmezin haramzadenin emrinde çalışmak için mi geldik hayata? Birisi yaşayacak diye yüzlerin hayatı mahvoluyor. Herkes gibi ben gibi söylüyoruz, bunlar hep kapitalizm. Ama sakın değiştirmek için uğraşmayalım bu sistemi, tamam mı kardeşim? Yoksa düzenimiz bozulur maazallah.


Biliyorum okuyorsun, biliyorum okumuyor. Ne söylediğimin önemi var mı yoksa söyleyiş tarzıma mı takıntılı kaldın? Okuyup geçtin mi yoksa? Bülent her şeyi olduğu gibi anlatıyor diye bir yanılgıya düştüysen, ikimizde yanılıyoruz demektir. Ben cümleye başlarım bitiririm ama cümleye anlamı sen verirsin. Anlıyorsun biliyorum. Keşke ben de anlasaydım, çünkü canım sıkılıyor.

7 Nisan 2017 Cuma

Son Macera

Bir girdabın kenarındayım.
Bu gün de karar veremedim.
Başlasın mı bu son macera,
Yoksa beklemek miydi bütün heyecanın?

Ne diyordum biliyor musun?
Üzülmek istemezsen üzülmüyorsun canım…
Öyle boş duvara baktıkça,
Gözlerimin dolması aslında benim kararım.

Seni merak ediyorum.
Hiç gelmiyorsun, rüyalarıma,
Kabus görmüyorsun değil mi sevdiğim?
Üzülüyorum aslında hayat için,
Ne kadar acı çekiyor ayrılıklardan.

Seni düşünüyorum, karar veremiyorum.
Başlasın mı bu son macera?


B.Böceci

1 Nisan 2017 Cumartesi

Değişimler ve Gelişmeler Üzerine

Değişimler, devrimler, inkılaplar gibi isim verilen olaylar aslında öyle tarihte yazıldığı gibi hemen olmaz. Belli bir alt yapısı olması gerekir. Mesela harf inkılabının tarihini 1 Kasım 1928 olarak biliyoruz. Bu değişim, devletin bir günde “hadi artık Arap harflerini bırakıp Latin harflerine geçelim.” demesi ile mi oldu? Bunun temelleri daha önceden atılmaya başlanmıştı.
Önceden alt yapısı atılmayan değişimler toplumca veya belli sınıflarca benimsenmemiş, sert veya dolaylı yönden yıpratılarak engellenmiştir. Mesela 2. Osman yeniçeri ocağını kaldırmaya ve devletin kurumlarındaki bozukluğu düzeltmek için acele etmiş, toplum ve kurum bu değişimlere hazır olmadığı için ilk defa isyan ile öldürülen padişah olmuştur. Bundan 204 yıl sonra 2. Mahmud'a kadar olan süreçte artık bozulan yeniçerileri dağıtılmasına karşı olan fazla kişi ve kurum olmadığı için 2. Mahmut bunu başarabilmiştir. Belki 2. Osman bu girişimde bulunmasaydı 2. Mahmut yeniçerileri kaldırmayı başaramayacaktı. Bunları toplumun hazırlanması için bir süreç olarak değerlendiriyorum.
Anlatmak istediğim belli değişimler tarihin bize gösterildiği gibi hemen olmaz. Belli olaylar belli gelişmeler olması gerekir ki o zaman etkisini gösterebilsin ve başarılı olabilsin. Bazen bu gelişmeler belirgin olarak karşımıza çıkar bazen ise gelişmelerin de bir alt yapısı vardır. Bunları da bularak aslında değişimin amacını, nedenini ve hatta değişimin neler getireceğini bile tahmin edebiliriz. Değişimlerde sadece öncesindeki gelişmelerle değil o dönemin siyasi, coğrafi, ekonomik, kültürel vb. konularda dünyadaki durumlardan da beslendiği gözlemlenebilir. Çağın gereklilikleri gelişmeleri, bu gelişmeler değişimleri getirir. Önemli olan değişimlerden sonra ne olacağıdır. Geleceğe ait bir şey söylersem bu teoriden öteye gitmeyeceği için şimdi size değişimlerin öncesindeki gelişmelerden örnek vererek bu düşüncemi destekleyeceğim.
İlk olarak Osmanlının kurulması, yani hem Türk hem Müslüman bir yönetimden oluşan devletin kurulmasındaki gelişmeler vardır. Osmanlının başarılı olması bir değişimdir. Çünkü artık Anadolu hem bizimdir hem de uzun yıllar huzur ve istikrar sağlanacaktır. Osmanlının başarılı olmasının nedenleri olarak şunları sayabilirim: Malazgirt savaşından sonra Müslüman Oğuz boylarının gelip beylikler kurulması, Anadolu Selçuklu Devleti, ikinci beylikler dönemi ve Osmanlı olarak sıralayabiliriz. İlk başta Anadolu Selçuklu devleti ile başarılı olunmamasının sebebi, halkın henüz bu değişime hazır olmamasıdır. Ama Selçuklu yıkılınca bozulan düzenden dolayı halk çağın gerekliliklerini, kendi ihtiyaçlarını anlamış ve yeni bir devlet kurulduğunda bu yönetimi benimsemiştir. İlk Osmanlı kurulsaydı belki o da erkenden yıkılıp altı yüz yıl hüküm süremeyecekti.
İkinci olarak Osmanlının yıkılışı ve Cumhuriyetin kurulmasına örnek verebiliriz. Cumhuriyetin temelleri 1. Meşrutiyet ile atılmıştır. Daha sonra 2. Meşrutiyet ve arada yaşanan birçok olay Cumhuriyete geçişi hızlandırmıştır. Çünkü artık çağın gereklilikleri demokratik cumhuriyet rejimlerine doğru yönelmiştir. Osmanlı bunda başarılı olamadığı için yaşananlar Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasına yani değişimin gelişimleri olarak tarihe not düşülmüştür.
Bu örnekleri artırmak mümkündür. Cumhuriyet döneminden de örnekler çoktur, ancak bunlar hakkımda bir ön yargı ve yanlış anlaşılmaya yol açmaması için değinmesem daha hayırlı olur diye düşünüyorum. Bu yazıda anlatmak istediğim, bir takım değişimlerin altında yatan gelişmeler o değişimin başarılı olması için alt yapıdır. Bir değişim isteniyorsa kesinlikle bu değişimin gerçekleşmesi için ortam hazır mı, öncesinde bu değişime götürecek gelişmeler olmuş mudur soruları sorularak bu yola çıkılmalıdır. Ayrıca yaşananlar ne gibi değişime bizi götürüyor, bu değişim bize ne gibi olumlu veya olumsuz sonuçlar getirir gibi soruların da cevaplanması gerekmektedir. Aksi takdirde yaşananlar bizim için kara bir leke olarak kalabilir. Bizden sonra gelecek nesilleri de düşünmek, hakkımızda kötü düşünmemelerini sağlamak bizim görevimizdir. Etrafımızdaki gelişmeleri ve değişimleri bu yöntem ile sürekli inceleyerek kendimizi hem geliştiririz hem de diğer insanlara zararımız dokunmaz diye düşünüyorum.
Düşüncelerinizi ve yazmamı istediğiniz konular varsa bunları bana mesaj atabilirsiniz, çekinmeyin rica ederim. Esenlikler diliyorum.