30 Haziran 2018 Cumartesi

Ne Oldu?


Seçim dolayısıyla bir süredir zamanım kalmadı. Bu yüzden yazı da yazamadım. Biliyorum, bir avuç insanız ancak birbirimizi anlayabiliyoruz burada. Birbirimizi anlayabildiğimizi, aynı şeyleri hissettiğimizi ve düşündüğümüzü bildiğim için bu boş geçirdiğim zaman adına sizden özür diliyorum.

Peki, bu arada ne oldu? 
Seçim yarışı gayet güzel geçti. İlk başlarda eski seçim dönemlerinde olan şeyleri görmediğimizden eksik hissettim bu dönemi. Ama sonradan karşılıklı atışmalar olmaya başlayınca biraz rekabetin güzelliği çıktı. Öyle çok hakaret duymadığımız bir seçim olduğu için de mutluyum. Ben bu geçen dönemden mutluyum. Halkımız tercihini yaptı. Belki benim desteklediğim kişi veya parti kazanmadı ama yine de ben bu geçen zamandan ve sonrasından umutluyum. Adı üzerinde zaten “seçim”, bu yüzden sanki bir savaşı kazanmış veya kaybetmiş gibi tavır içine girmeye gerek yok.

Bu yazıda size iki şeyden bahsedeceğim.
Birincisi: Hatırlar mısınız bilmiyorum ama bundan bir seneden daha önce yazdığım “15 Temmuz Sonrası Birlik ve Beraberlik” yazım vardı. Bu yazımda size birlik ve beraberliğin referandum yüzünden bozulmasından bahsetmiştim. Halk sonunda ortak bir paydada birleşebilmişken “evet ve hayır” olarak önüne gelecek seçenekler yüzünden ayrışmaya başladığından bahsettim. Seçim döneminde referandumda olduğu gibi bir ayrışma olmadı. Ancak bir hafta geçti şuan ve yine bu ayrışma ateşlenmeye çalışıyor. Bence bu çok yanlıştır. Bu seçimin kazananı Türkiye Cumhuriyetinin yönetici olduğu için ortak bir payda oluşturarak bunu korumaya yönelik hareket etmelidir. Bunu yapmadığında hem makamının hem devletimizin itibarı zedelenmiş olacaktır. Ben artık insanların birbirleriyle tartışırken “vatan haini, fetöcü, çomar, dinsiz” gibi laflar kullanmasını istemiyorum. Biz hep birlikte bu vatan topraklarında bu devletin vatandaşı olarak ve “Türk milleti” sıfatıyla yaşıyoruz. Doğru olduğunu düşündüğümüz bir taraftayız diye karşı tarafa hakaret etme cesaretini bulamamalıyız. Bu çok saçmadır. Hakikati biliyor muyuz ki “zan” üzerinden iftira atıyoruz ve ayrışıyoruz? Sen birisini desteklemişsin ben başkasını desteklemişimdir. İki aday varsa bunlardan birisini seçmiş olmam beni neden senden ayırsın? Bir aday şu veya bu görüşten olsa bile seçildiğinde hepimizi yönetme yetkisine sahip oluyor. Sadece onu destekleyenler üzerinde karar verme yetkisi diye bir şey yok. Bu yüzden birisini desteklediğim için benim eskiden savunduğum şeylere ters davrandığımı söylemeniz çok saçmadır. Ben Türkiye Cumhuriyetini bu adayın yönetmesinin daha mantıklı olacağına karar vermişim. Önceden savunduğum şeylerle bunun ne alakası var? Ben bir ortak payda bulmuşumdur da sen bulamamışsındır belki de bir de böyle düşünemez misin? Birbirimizi ötekileştirmeye çalışmamızın hiç kimseye faydası olmayacaktır. Bunu anlayın artık. Zaten bir şeyleri anlayamadığımız için ayrıştığımızı da fark edin.

İkinci fark ettiğim şey ise: Yukarıda anlattığım ayrışmayı sonuna kadar yapıp sonra karşı taraf kazanınca “artık her şey bitti, çekip gideceğim ülkeden, bunlar cahil, bunlar şöyle böyle, bunlara her şey müstahaktır, ülke batsın umurumda değil” gibi söylemlerde bulunanların ne kadar acınacak bir halde olduğudur. İlk olarak insan karşı tarafın alçalmasından zevk alıyorsa o insan değildir. Yönetme hakkı senin eline geçtiğinde bizim hiçbir şey kazanamayacağımızın bile farkında değilsin. Bakın desteklediğin kişi değil direkt olarak seni seçmiş olsak bile bir bok olmaz senden. Zaten bu yüzden kazanamıyorsun. İkinci olarak, bunları söyledikten sonra bu ülkeyi, insanları ve vatanımızı sevdiğini falan söyleme. Eğer zaten bu saydıklarımı seviyor olsaydın ayrışmaya neden olacak bir söylemde bulunmazdın. Ayrıca şunu da söyleyeyim: “Korkak ve inançsızsın.” Bir seçim kaybettiğin için her şey bittiğine inanıyorsan savunduğun görüşüne inancının olmadığını göstermiş oluyorsun. Atsız’ın dediği gibi “İstek ve inanç her güçlüğü devirir.” Ama senin ne isteğin ne inancın var. Sadece konuşuyorsun. Korkaksın, çünkü mücadele etmeye devam edecek cesaretten yoksunsun. Allah’a şükür ki atalarımız senin gibi değillerdi. Yoksa biz binlerce yıl önce tarihin sayfalarında adımız dahi geçmeden silinip gitmiş bir millet olurduk.

Arkadaşlar, ağabeylerim ve ablalarım şunu fark edin artık lütfen: Ortak bir paydada birleşmeden ötekileştirmeyi bırakmadan ve birbirimizi anlamadan hiçbir başarı ve mutluluk bize uğramayacak. Hepimiz mutlu ve huzurlu yaşamak istiyoruz. Ancak bunların önündeki engeller biziz.

“Aramızdaki sistemde köklü değişiklikler var sevgilim!
Bütün olasılıkları resetle can sıkıntısından
El bebek gül bebek büyüttüğün evrene format at
İcabında hafızasını yitirsin yüreğim
Sil baştan yaşanacak mı bakalım onca savaş
No war ulan, no war!”

5 Haziran 2018 Salı

Sus Çünkü Süs!


Derdime şiirler yazıyorum.
Düşündüğüm gün,
Düştüğüm günün ertesindeydi
Ve sen güldün.
Sus!
Sürekli mırıldanmalarına razı oldumdu.
Sessizliğin “süs” olmadığını öğrenmeliydin,
Çünkü süslerini gizlemekle emrolunmuştuk.

Eski aşklar vardı hayatımızda
Bir sonbaharı hatırlatırcasına iniltiler!
Onlar kainata alışamayıp şeyhine feryat ederdi ki
Ben kainatı sen sanıp süs oldum.

Anamın dili olmadı hiç,
Hiç mantıklı gelmedi bu yüzden diller.
Sadece süs bildirildiği bu yüzdendi sessizliğin.
Çünkü hiçbir lisanda süse aykırılanamadım.

Gözlerin vardı, gözlerimizdi.
Görmesek de bıdır bıdır ederdi bilirdim.
Bu yüzden hep “Sus!” diye haykırasım gelirdi.
Neden mi?
Sesinin süsü sessizlikti, gözlerin ise bir kitap.
Bu yüzden:
Sus Çünkü Süs!

1 Haziran 2018 Cuma

Sinir Olduğum Şeyler - 1


Sinir olduğum şeyler diye bir seri yazmayı planladığımı söylemiştim. Bu yazıyla başlıyorum. Tamamen kişisel yakınmalarım olacak. Öyle pek okusanız da bir şey kazanmayacaksınız. Muhtemelen öldüğümde “Bu çocuk ne yapıyordu ya” diye soranların rastgele denk gelip okuduğu yazılarımdan olacak.

Sevgi, aşk ve sevgililik gibi ilişkilerde çok sinir olduğum iki şey var. İnsanlarla arkadaş olmada hatta arkadaştan da öte bir yakınlığa sahip olmakta hiç zorluk çekmiyorum. Ancak sevgili olmak (ilerde de evlenmek olacak muhtemelen) konusunda hem başarısızım hem de çok sinir ediyorlar.
Birinci olarak, insanın dış görünüşüne bakıp da kendisinden uzaklaştıran insanlara bütün nefretimi kusasım geliyor. Ancak elden bir şey gelmiyor. Ne kadar konuşsan da anlamayacağını fark ettiğimden susuyorum onlara karşı. Ben ne yapabilirim fiziksel görünüş olarak bu şekildeysem? Beğenmezsin onu anlarım. Hiç laf etmem. Ancak “boyun kısa, yakışıklı değilsin veya bu göbek ne be dayı mısın” gibi cümlelere maruz kalmak sinirimi bozuyor. Beğenmiyorsan beğenmemekte özgürsün. Ancak elimde olmayan şeyleri kendine bahane edip de benim moralimi niye bozuyorsun?
İkinci olarak, “sevdiğim olmasaydı kesin seninle birlikte olurdum” cümlesi beni çıldırmanın eşiğine getiriyor. Ne yani sevdiğini sevmemeni mi bekleyeyim? Böyle yan cebe atma girişimine nasıl cesaret ediyorsunuz? Dışarıdan bakınca siz olmayınca ölecekmişim gibi bir izlenim mi veriyorum bilmiyorum. Birisiyle birlikte olup olmamak umurumda değil yeter ki hapşıracakken kaçan hapşırık gibi insanın duygularını, düşüncelerini gereksiz egonuzla meşgul etmeyin.
“Seni arkadaş olarak görüyorum” gibi saçma bir laf var ona hiç girmiyorum. Eğer karşındaki kişi sana karşı arkadaşlıktan öte bir şey hissetmeye başlamışsa ve bunu fark edip susuyorsan sen o kişiyi arkadaş olarak görmüyorsun demektir. Arkadaş olan birisi karşısındaki kişi kendisine arkadaşlıktan öte bir şey düşündüğünü fark ettiğinde karşısındaki kişi kendisine bunu söylemeden önce araya gereken mesafeyi koyar. Aksi takdirde siz arkadaş-arkadaş ilişkisi değil arkadaş-yalaka ilişkisi istiyorsunuzdur.
Bunları sadece ben yaşadığım için büyütmüyorum. Kız veya erkek herkes aynı şekilde davranıyor karşısındakine. Bu kadar iğrençleşmeyin. Hayatımda yukarıda saydığım saygısızlıkları yapmadım. Birisini kullanmaya hiç çalışmadım. Ancak insanlara siz olmadan ölecekmiş gibi davrandığınızı gördükçe midem bulanıyor. Bu yüzden de çok hafif bir şekilde bu terbiyesizliğinizi yazma gereksinimi duydum. Çok ağır laf edilir aslında ama o da benim terbiyeme kalsın. Saygılı ve açık sözlü olarak düşüncelerinizi söyleyin. İnsanları kullanmaya çalışmayın. Yaşattığını yaşamadan ölebilirsin ancak bunun hesabı ölünce bile sorulur.