16 Nisan 2018 Pazartesi

Neriman ve Biz


Alçağım ben! Alçağım ben! Alçağım ben!...

Hayatında bir kez bile sevgiyi yüz üstü bırakmış, içinde barındırdığı saflık ve samimiyeti görememiş tüm insanlar acı çekmekte haklılardır. Dünyanın gösterişi ve şekilciliği içinde buhranlar dahi yaşamadan yaşamak ne büyük aldanış! Buhranların içinde yok olmak ne acı!

Neriman, sen o kadar arada kalmışsın ki halini gördükçe insanlarımı görüyorum. Neriman, sen o derece aldanmışsın ki bu hayatın içinde barındırdığı özgünlüğü göremeyecek duruma gelmişsin. Bir hikaye duymamış olsaydın, bir yaşanmış olmasaydı yok olup gidecektin sen de herkes gibi o içi boş gösterişlerin içerisinde. Aynı, aynı biz gibisin Neriman!

Sen Doğu ve Batı kültürü altında ezilmiştin. Sen o buhranlarını atlatamayacak, bunu kendin bile fark edemeyecek kadardın. Şimdilerde ise biz Avrupa ve Türk kültürü arasında seçim yapma zorunluluğundaymış gibi hissediyoruz, nedense. Kendi kültürümüzü o derece düşük görüyoruz ki onu çok uzak hissediyoruz kendimize ve belki de çok uzak bize. Bunu dillendiremiyoruz belki bu günlerde ancak hissedebiliyorum. İçimden öyle çok mücadele etmek geliyor ki bu ikilikle ancak toplumumun korkaklığı belimdeki insan olmayı hissettiren soğukluk gibi kendini sürekli hatırlatıyor. Sürekli anlatıyorum, bakın diyorum bakın! Hakikate bu kadar yakınız, çok yakınız! Neden korkuyorsunuz? Neden görmüyorsunuz diye bağırıyorum her anda.

Moda dediğimiz şey ne? Ne uğruna bizim hayatımıza müdahale ediyor? Moda, kendine yakışanı giymek diyoruz. Kendi içimize sindiği gibi yaşamak modadır diye sloganlaştırıyoruz. Ancak sadece söz de böyle kalıyor. Sadece popüler kültürü takip ediyoruz. Popülerler moda oluyor, moda kapitalizm oluyor. Sömürmeye başlıyor, popülerce!

Ve fark bile edemiyoruz. Her şeyi görüyoruz, her şeyi biliyoruz. Ancak parçaları birleştiremiyoruz. Dünü bu günden ayırıyoruz. Bütün tarihi parçalıyoruz ve kendimiz de her parçada yok olmaya başlıyoruz. Kendi parçalarımızı ellerimizle, sözlerimizle ve düşüncelerimizle siliyoruz. Yok oluyoruz. Sonra yine buhranlar geliyor. Buhranlar, buhranlar ve intihar ediyoruz. Ne toplum olabiliyoruz ne de birey olabiliyoruz. Arada kalmışlıklar ve sınıflandırma yanılgıları bizi yok ediyor. Her şeyi sınıflandırıyoruz ve bir sınıftan diğer sınıfa geçişleri yazılı olmayan kurallarımızla, içten içe gizliyoruz. Ve arada kalarak sıkışıyoruz, Neriman oluyoruz. Anlatamıyoruz ve anlaşılamıyoruz…
Bir gün eğer cesur olabilirsek, fark edebilirsek ve geç kalmışlığımızı fark edersek çıkıp hep beraber bağıracağız, aynı sevgilisini gösteriş ve para uğruna terk eden Rus kadın gibi: Alçağız biz! Alçağız biz! Alçağız biz!



Not: Neriman ve Rus kadın, Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye romanındaki karakterlerdendir.

6 Nisan 2018 Cuma

Hangisi Sonuncu Olacak?


Hangi yazımın sonuncu olacağını bilmeden yaşamam çok acı bence. Son nefesimin hangisi olduğunu merak etmiyorum da son yazdığım yazı hangisi olacak onu merak ediyorum. Acaba anlatmayı düşünüp de anlatmadığım bir şeyler kalacak mı? Yoksa zaten bitmiş tükenmiş bir haldeyken mi sonum gelecek?
Her şeyin sonlardan ve başlangıçlardan ibaret olması beni mutlu ediyor. Neden bilmiyorum ama tam bitti diyoruz, sonra bir bakıyoruz yeni bir şeyler peşinde koşmaya başlamışız. Yeni maceralara sürüklenip gidiyoruz. Tabi bu maceralar bir önceki maceramızdan izler de taşıyor. Cennetten kovulduğumuzda sandık ki her şey bitti. Sonra su olduk, toprak olduk, dokuz ay anamızın rahminde kaldık, hayata geldik, hayatta bin bir türlü şey yaşadık ve öleceğiz. Sonra yeniden bir başlangıç… Hep bir şeyler bitiyor, yenisi başlıyor. Var olmanın mükemmelliğini iliklerimize kadar yaşıyoruz veya ben yaşıyorum en azından. Derler ya bizim büyükler, kalp gözün açıldı mı görmeden duramazsın diye görmenin huzurunu yaşıyor gibiyim adeta. Tamam, bir şeyleri değiştiremeyeceğini bilmek belki insanın hayat enerjisini alıp götürüyor ancak en azından değişmeyecek şeylerin de farkında olduğunu görmek bence güzel erdem. Sokrates’e Tanrı demiş, sen en bilge insansın diye Sokrates düşünmüş düşünmüş neden en bilge olan benim acaba diyerek. Şu meşhur sonuca varmış: “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir. En azından bilmediğimin farkındayım, bu yüzden en bilge olabilirim.” Önceden anlatmıştım, farkındalık belki bir şey değiştirmez etrafınızda ama en azından farklı olursunuz, farkında olursunuz. Sokrates’e bilgeliği getiren farkındalık bana da içinde ümit olmayan bir huzur verdi.

Tasavvufu falan sevmem, felsefesinin çoğunu saçmalık bulurum da benim de bir gönül gözüm falan mı açıldı anlayamadım. Böyle bir nur indi yüreğime resmen. Geçmişteki Bülent görse şimdiki halimi hadi oradan ne hale gelmişim, çökmüşüm diye ağlar bence. Ama şşş geçmişteki Bülent sana diyorum, hayat insana en büyük dersleri veriyor ve bunun farkına varmak bile bir mucize aslında. Giriş yapmışken söyleyeyim niye felsefesinin çoğunu saçmalık bulduğumu. Şimdi bu güzelim ağabeylerimiz mistik mistik Allah’a/pek emin değilim başka bir şeye inanıyorlarsa ona ulaşmayı amaçlıyorlar böyle gönülden bağlanıyoruz falan diyorlar ya işte ben buna iyi kötü tamamım. Ama şimdi yok bizim kerametimiz var, Allah bize bildiriyor biz bundan böyle böyle yapıyoruz falan diye laflarına ayar oluyorum. Bak güzel ağabeyim, Allah sana bir şey bildiriyorsa sen otomatikman peygamber oluyorsun bunu fark et artık. Hem Kur’an’a inanacaksın, hem Peygamberimizin (s.a.v) son peygamber olduğuna inanacaksın, sonra da diyeceksin ki Allah bana bildirdi ben ondan böyle dedim, böyle yaptım. Bir de artık peygamber gelmeyeceğinin farkında olduğundan işte biz de “Allah dostuyuz, evliyayız, ermişiz, kamili mürşidiz” gibi kafandan kavram uyduracaksın benim eşimi dostumu kandırmaya çalışacaksın ben de buna susacağım öyle mi? Yok öyle yağma. Bak güzel ağabeyciklerim sizin kendiniz ve eserleriniz için kullandığınız bütün terimleri, argümanları ve çoğu şeyleri Allah bizzat kendi kelamında hep eleştirmiştir. Bir kere bile övmemiş sizin terimlerinizi hatta bunu ima dahi etmemiş. Ayrıca bi size mi Allah bunları bildiriyor? Ben gücenirim arkadaş böyle iş olursa açık söyleyeyim. Ben de iyi kötü çile çektim, öldüm de uyandım, ben de geçtim sizin basamakları. Üstüne üstlük ben bunları bilinçli olarak da yapmadım, kaderimde böyle varmış. Sizin çilecilik adına yaptığınız şeyleri bizzat hayat bana yaşattı. Nefis mertebelerinizi falan ben farkında olmadan çıkıp iniyormuşum sonradan fark ettim. Ama hiç siz benim “Allah bana bildirdi, benim söylediklerim hep ondan geliyor, ben onda yok olup kendimi buldum” falan dediğimi duydunuz mu? Neyse bunu daha çok uzun anlatırım size sonra.
“Bunlaa derin mevzulaaa yavruuum fazla düşünmeeeen gafayı yirsiniz” ehehehehe.

Tabi bunlar hep işin dalgası. Ben kendim uğraş arıyordum ondan oturup yazıyorum. Yoksa herkes kendi bacağından asılır bu hayatta. Birbirimize iyi kötü destek olmaya çalışıyoruz. Ancak bu bizim hakikati değiştiremeyeceğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Ama hakikat değişmeyecek diye de çabalamadan hakikate pes etmek de biraz tembellik. Tembellik de ne bileyim biraz boş iş. Arada böyle tembellik ediyorum, sonra diyorum ki harbiden tembel olmak zor iş ben en iyisi çabalamaya devam edeyim. Zor iş çünkü beklerken canım sıkılıyor.

Şimdi aklıma geldi de ben ne kadar değişik ortamlar görerek büyümüşüm. Çok iyi oldu çok da güzel oldu bence. Ama bunu sonra anlatacağım. Tabi o zaman kadar son yazımı arkamda bırakıp yeni bir maceraya başlamamışsam. Son yazıma kadar görüşürüz inşallah. Allah hepinize sağlık versin, Tengrim de sizi kutsasın.