18 Mayıs 2018 Cuma

Problemlerimiz: Tasavvuf ve Türk-İslam Sentezi


Bu yazı uzun bir yazı olacak şimdiden uyarayım. “Bülent çok uzun yazıyorsun” diye sitem etmeyin diye başından söylüyorum. Okuyup okumamak size kalmıştır.

- Konumuz tasavvuf ve Türk-İslam sentezidir.
Öncelikle tasavvuf konusundan başlayalım. Öncelikle bunca yıldır hiç kimse akıl edemedi de sen mi ettin gibi bir argüman ile beni eleştirmeye kalkmayın. Söyleyeceklerimin bildiğim kadarıyla çoğunu birçok kişi hatta öğrendiğinizde şaşıracağınız kişiler savunmuştur. Ancak gelenekselleşmiş anlayışa karşı gelmeye veya onu değiştirecek kadar cesur olmayan insanlar bu kişileri görmezden gelmişlerdir.
Ben ibadet ederken kendime şunu sorarım: “Acaba peygamberim de benim gibi mi ibadet ediyordu?” Bunu şeklen onun ibadet tarzına benzer bir ibadet ettiğimi sorgulamak için sormam. Acaba ibadetimi yaparken içinde bulunduğum ruh haliyle peygamberimin ruh hali ne kadar birbirine uyuyor diye sorarım. Eğer aynı amaca yönelik benzer anlayışla ibadetimi yaptığımı düşünüyorsam bu anlayışımı korumaya ve geliştirmeye çalışırım. Bu soruyu etrafımdaki insanların ibadetleri için de soruyorum. Çünkü eğer yanlış bir şey yapıyorlarsa onları uyarmak elbette benim görevimdir. Örneğin ben peygamberimi “Allah Allah” diye sallana sallana zikir yaptığını hayal edemiyorum. Böyle bir zikrin içinde bulunmadıysanız vidyolarına bakabilirsiniz. Ben yaşadıklarımın neredeyse hepsini eleştirdiğim için bunu da elbette eleştireceğim. Zikir anlayışını çok yanlış anlamışız. Bunun nedeni İslam değil tasavvuf dediğimiz anlayıştır. Ne kadar gönül, aşk, sevgi vb. şeyleri slogan haline getirseler de tasavvuf ve tarikattekilerin ibadetleriyle İslamın ibadet anlayışıyla örtüşen bir yanı yoktur. Kur’an-ı Kerim’de olumsuz olarak kullanılan ne kadar kavram varsa bunların anlamlarını değiştirmişler ve insanlarımıza yedirmişlerdir. Örneğin, çoğu ayette geçen “batın ilim” kavramını öyle bir değiştirmişlerdir ki ayette kastedilen anlamından kopmuştur. Ayette batın ve zahir ilimler olarak belirtilen ilimlerden kast edilen zahir “herkes tarafından görülen ve bilinen” anlamındadır. Batın ise herkes tarafından bilinmeyen ve görülmeyen ilimlerdir. Bu öyle ruhani bir ilim değildir. Bahsedilen ilimler, sadece o olanda bilgisi olanlarca bilinebilecek ilimlerdir. Yani eğer fen bilimleri alanında bilginiz yoksa atomların neler olduğu ne işe yaradığı vb. bilgiler batın ilim olur. Çünkü bu o alanda bilginiz olmadığı ve bunu açıkça göremeyeceğiniz ilimlerdendir. Zahir ilim de güneşin doğduğunda sabah olduğunu anlamanız gibi bir şeydir. Herkes tarafından basit şekilde anlaşılabilecek bir şeydir. Bu ayette bahsedilen batın ilim kavramını öyle değiştirmişlerdir ki sanki kamil insan olmayanların anlayamayacağı ilimler varmış da onları sadece veli kişiler bilebilirmiş gibi bir anlayış geliştirmişlerdir. Mesela diğer bir kavram da veli-evliya olmuştur. Veli-evliya sözcükleri çoğu zaman Kuran’da olumlu bir anlamda kullanılmaz. (Şura/9,Şura/46,Casiye/10 gibi) Evliya sözcüğü de veli kelimesinin çoğul olanıdır. Aynı anlama gelir.
Peygamberimizin rivayetlerde anlatılanlar gibi mucizelerinin olmayacağı defalarca kez Kitabımızda vurgulanmışken hala mucize uydurmaya devam eden anlayış da tasavvuftur. Peygamberin rivayetlerde anlatılan şekilde bir mucizesinin olmayacağı defalarca kez vurgulanmasına rağmen tasavvuf ehli olduklarını iddia eden kişiler şeyh, evliya, kutub, gavs ve birçok ad taktıkları kişilerin uçtuğunu, ışınlandığını ve yaptığı sapkınlıkları keramet ve ulvi bir şeymiş gibi sunmaları düpedüz Allah’ın sözüne karşı gelmektir. Peygamberimiz yapamayacağı bir şeyi mutasavvuf birisine isnat etmek o kişiyi peygamberimizden üstün görmek ve Allah’ın ayetlerine karşı çıkmaktır.

Biraz da Türk-İslam sentezi denilen yanlış anlayışa değinip iki konuyu beraber devam ettireceğim. Türk-İslam sentezinin kurucusu olarak bilinen kişi Ahmet Yesevi'dir. Yaptığı sentezi eğer İslamı yeterince bilmiyorsanız gayet hoş ve iyi niyetli görebilirsiniz ki belki gerçekten de amacı cihat yapmaktı. Ancak yaptığı sentez çok yanlışı olan bir sentez girişimiydi ve ne yazık ki bu anlayış hala çoğu kişi tarafından doğru bulunuyor. Örneğin Türk kültüründe müzik anlayışı çok gelişmiştir. Bu yüzden de İslam dininin kavramlarını müzik ve şiir ile birlikte öğretmeye çalışmıştır. Çünkü müzik ve şiir yani şarkı akılda hızlı kalır. Bu yöntem gayet başlangıç için uygundur. Ancak bu yöntemi devamlı olarak kullanmak İslamın temel taşlarına zarar vermiştir. Şimdiki dönemlerde eleştirip durduğumuz ezberci sistemin bir benzeri bu sentezle uygulanmıştır. İslam ise ezberi değil akılcılığı benimsemiştir. İçselleştirilmemiş ve mantıklı bir şekilde benimsenmemiş iman ve ibadet doğru bir iman ve ibadet sayılmaz. Akıl sözcüğü her zaman fiil olarak kullanılan bir kitabın müminlerinin bu yöntemle akıl devre dışı bırakılarak Müslüman olması “ne kadar Müslümansın” sorusuna “hiç” cevabı vermesidir. Yine baştaki sorumun bir benzerini soruyorum. Acaba yaptığım cihat ne kadar peygamberimin yaptığına benziyor? Örneğin ilk Müslüman olanların nasıl Müslüman olduğunu anlatan rivayetlere baktığımızda “eğer sen söylüyorsan doğrudur” diyerek iman ettiği anlatılır. Ancak bu rivayetlerin yanlış olduğunu kitabımızla karşılaştırdığımızda gayet net anlıyoruz. Çünkü koşulsuz kabul anlayışı Müslüman olduktan sonra yani tüm ayetleri okuyup, benimseyip kabul ettikten sonra başlar. Koşulsuz kabul dediğim ise sorgulanamaz anlamına gelmemektedir. Çünkü ayette de belirtildiği üzere ayetlerde bir hata olup olmadığı üzerinden bir meydan okuma mevcuttur. Yani hata olup olmadığını sorgulamak normaldir. Bu kişi peygamberimiz olsa dahi onun sözüne güvenerek Müslüman olmak, ayette belirtilen “Ataların dinine mi inanıyorsunuz?” sorusunun bir değişiğinin muhatabı olarak karşımıza çıkmaktır. Bu anlattıklarımdan sonra insanların şiirle bilinçaltına hem eski Gök Tanrı dini ögelerini hem İslam dinini işlemeye çalışmak ve bunları kabul ettirdikten sonra insanları Müslüman yaptığını ve cihat yaptığını sanmak herhalde tarihteki en büyük yanılgılardan birisidir. Ayrıca İslam tek başına İslam’dır. Hiçbir milletin eski inanışlarındaki ritüellerini, mitlerini, ibadet şekillerini ve birçok şeylerini kabul etmez. İslam tek başına İslam’dır. Kitabı Kuran-ı Kerim’de belirtildiği kadardır ve peygamberine isnat edilen hadisleri bile kabul etmez. İslam Arap kültürü aşılamaz. Arap geleneklerine İslam diye sarılıp İslamın Arap kültürü olduğunu söylemek akıl tutulmasının zirvesine çıkmaktır. Sürekli olarak Müslüman olan Türklerin en çok Türk kimliğini koruyanların Aleviler ve Bektaşiler olduğu, diğer mezheptekilerin Araplaşmış olduğu söylenir. Mezheptekiler ne kadar Müslüman’dır diye hiç sormaz mısınız? Peygamberimizin bir mezhebi mi vardı? Onun Allah’ın yolundan ve Kuran-ı Kerim’in rehberliğinden başka bir şeyi benimsediğini düşünmüyorum. Benim karşı çıktığım Türk kimliğimizi korumamız değildir. Müslüman olduğumuzu söylüyoruz ama ne kadar Müslümanız? Bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyorum. Bu sorunun cevabı ise Müslümanlığı kabul eden atalarımıza bakmakta yatmaktadır. Bildiğiniz üzere “Türklük bilincini ve İslam ahlakını” rehber edinerek yoluma devam ediyorum. Ne Türk olmaya ne İslama karşı çıkıyorum. Ancak Müslümanım diyorsa Müslüman olmuştur herhalde gibi bir yaklaşımla din anlayışımızın içinin boşaltılmasına ve İslamı yanlış anlayıp, yaşayıp ve bildiğimiz kadarıyla anlatmaya çalışmak hem İslama hem Türklüğümüze yaptığımız en büyük ihanettir. Örneğin, eski Türk inanışında “yol iyesi” vardır. Türkler Müslüman olduktan sonra yol iyesi “Hızır” olmuştur. Hatta bir kıssada Hz. Musa'nın yanında dolaşan kişinin o olduğu falan da söylenir. Hızır dediğimiz “kurtarıcı” hem Hz. Musa ile yolculuk eder hem günümüzde insanların yardımına koşar. Çünkü hem ölümsüzdür hem de ışınlanabilir. Böyle bir şeyi benim peygamberim yapamamışken eski kültürümüzden getirdiğimiz yol iyesini peygamberden üstün tutarak dini bir şeymiş gibi anlatmak, inandığımız her şeye ihanet etmektir. Türbeler, kabirler ve kabir azabı gibi şeyler de eski Türk inancından gelen inanışlardır. Aslında İslam’da türbe yapıp ondan medet ummak şirk olarak adlandırılır. Kabir kültürü Türklerde çok gelişmiş bir gelenektir. Muhtemelen Türkler Müslüman olduktan sonra kabir kültürü cennet ve cehennem inanışıyla birleştirilmiştir. İnsanların kabirde sorgulanacağı ve bunun sonucunda cennet veya cehenneme benzeyen bir kabir hayatı yaşayacağına inanılmaya başlamıştır. Aslında tek bir sorgu vardır o da kıyamet koptuktan sonra yapılacaktır. Kabir azabı gibi çokça inanılan bir inanışla ilgili tek bir ayet olmaması da bunun İslam ile alakasının olmadığını gösterir. Çünkü Kuran-ı Kerim’de bilinmesi gereken her şey anlatılmıştır, detaylandırılmış ve açıklanmıştır. Eksiksiz ve tastamam olduğuna inandığınız bir kitabın çokça inandığınız bir konuda tek bir söz bulundurmaması o inanışınızın yanlış olduğunu gösterir. Bunu sahiplenmek ne Türklüğünüze ne de İslama fayda sağlamaz ve tam aksine zarar verir. İslam akıl ve mantık dinidir. Eğer bir şey akılcı ve mantıklı değilse muhtemelen bu İslam’la alakalı bir şey değildir.

Söylemek istediğim kendinize şu soruyu sorun: “Ne kadar peygamberime benziyorum? Ne kadar dinime inanıyorum ve dinimi biliyorum?” Sakal uzatmak, misvak kullanmak, hacamat yaptırmak, mucize üretmek, namazda parmağını kaldırmak, kesinlikle okuman gereken sureler olduğuna inanmak ve anlamadığın şeyleri tekrarlayıp durmak “Allah'ın Peygamberi Hz. Muhammed'e” uymak değildir. Ona uymak onun anlayışıyla hareket etmek, ahlakını örnek almak, onun gibi cihat yapmak ve onun gibi yaşamaya çalışmaktır. Onu şekil olarak almak ona değil müşriklere benzemektir. Çünkü şekil olarak bağlandığınız her şey Arap coğrafyasının kültürüdür.
Müslümanım diyerek geçme! Ne kadar Müslüman’sın ne kadar peygamberimize benziyorsun her gün bunu kendine sor! Sor ki artık Müslüman topraklarına barış gelsin. Sor ki artık kan dökülmesin. Sor ki Allah bizimle olsun. Sormazsan, korkarım ki kaybedeceğiz ve bu kez Türk olmamız da bizi kurtaramayacak.


Eğer bana söyleyecek bir şeyiniz varsa yorum yapın, iletişim bölümünden mail atın, sosyal medyadan veya beni bulup ulaşın. Düşüncelerinizi elbette dinlemek ve tartışmak isterim.

4 Mayıs 2018 Cuma

Yine Rastgele Bir Şeyler


Rastgele başlıyorum bu sefer bakalım nereye gideceğiz. Yazılarımı sonradan geriye dönüp düzeltmeyi sevmiyorum. Nasıl düşünüyorsam öyle yazmayı seviyorum. Çünkü gerçek hayatta ağzından çıkan bir şeyi geriye dönüp silemezsin ve düzeltemezsin. Ben her yazdığımı yazmadan önce ve yazarken yaşıyorum bunu neden geri almak isteyeyim? Geriye almak istediğim şeyler var ancak hayat, bir akış içerisinde. Bu yüzden akışı durdurmaya çalışmak veya bunu kabullenmemek gereksiz bir çabadan öteye gitmeyecek. Gereksiz hayalperestlikten de bildiğiniz üzere bana iğreti geldi ve geliyor.

Başarılı olmak veya olmamak, bunların pek bir önemi yok benim için. Önemli olan mücadele edebilmek, her alanda hatta en ufak bir şey için bile mücadele edebilmek. Başarılı olmamak diye bir şeyi kabul etmiyorum. Çünkü her başarısızlık, başarı için bir adımdır. Yürümeyi tek denemede öğrenmedik, okumayı da öyle. Bu yüzden başarısız olduk diye mücadelemizden dönmek, en basit ifadeyle korkaklıktır benim gözümde.

Yanlış zamanın doğru insanları veya doğru zamanın yanlış insanlarındanım. Şundan eminim ki öve öve bitiremediğimiz atalarımızdan birisi gelseydi bu güne, yüzde doksan dokuz ihtimal ile şimdiye herhangi bir terör örgütüne üye olmaktan veya abidik gubidik bir nedenden içeriye girmişti. Ben ise dışarıda olmaktan ne anlayacağımı bile bilmiyorum. Çözümlemelerim yetersiz kalıyor bu konuda. Benim tarzım mı yanlış yoksa yanlış zamanda yanlış insanlarla mı uğraşıyorum? Neden bir şeyi başaramıyorum?

Ey insanlar! diye bağırarak şunu söyleyeceğim size: “Put sadece heykel tarzı şeylere denmez. Bunu öğrenin artık be kardeşim.” İnandığınız, gördüğünüz veya görmediğiniz, insan, bitki, hayvan, herhangi bir eşya ve nesne de put olur. Size put dedikleri şey heykel aslında diye kim öğrettiyse bu bilgi nereden geldiyse sizi fena şekilde keriz yerine koymuş. Bırakın artık putlarınızı. Ayrıca dogma dediğimiz şey ise sadece Hristiyanlar için geçerli dini terimler için kullanılmaz. Bilmem kim hazretlerinizin veya herhangi birisinin fikirlerini de körü körüne kabul edip bunu savunmak ve bunu eleştirtmemek bunları dogma, seni de kafir yapar haberin olsun. Bu arada kafir örten, gizleyen ve karartan demektir, GÜNAYDIN.

Geçenlerde birisi şöyle bir şey demişti bana: “Ya abi sen her şeyi reddediyorsun hiçbir şey istemiyorsun ama sürekli bir şeyleri kazanıyorsun/başarıyorsun” gibiydi söylediği şey yanlış hatırlamıyorsam. Şimdi olay şu şekilde oluyor. Kurtlar Vadisinde Memati’nin dediği tarzda bir şey ile karşı karşıyayım. “Polat Alemdar ne kadar parayı ittiyse para oluk gibi aktı, şanı şöhreti elinin tersiyle ittikçe şanı şöhreti arttı.” Benim de durum bu şekilde. İnanın ki ben bir şeyleri kazanmak için çabalayan birisi değilim. Ben ne söylüyorsam öyleyim. Ben sadece kendi düşündüğüm şekilde yaşıyorum ama bir şeyleri nedense elde ediyorum. Hala da hiçbir şey umurumda değil benim için. Ben sadece tecrübe kazanmak için bazı şeyleri deniyorum alacağımı alınca da kendi yolumu o kazandığım tecrübe ile düzenliyorum. Her gün de “Allah'ım beni senin yolundan ayırma, senden başkasına inanmıyorum ve güvenmiyorum.” diye dua ediyorum. Bu durumdan da şöyle bir şey çıkartıyorum kendime: Ben her gün böyle dua ederken hayatım bu şekilde ilerliyorsa demek ki yanlış bir yolda değilimdir.

Bu arada sağlık sistemi iyileşti falan diye konuşup duruyorlar, beni çıldırtmayın. Ben 18 yıl önce şimdikinden daha iyi tedavi oluyordum. Randevu bulamıyorsun, randevu bulsan haftalar sonrasına belki alabiliyorsun, doktor düzgünce iş yapmıyor veya yapamıyor, hastanelerin ekipman eksikleri sayamayacağım kadar fazla, üstüne üstlük görmediğim hizmetin parasını veriyorum. Sonra bana gelip diyorsun ki eski sağlık sistemi çok kötüydü. Hadi oradan diyorum, hadi oradan! Bir dişimi aylardır çektiremedim arkadaş, pense getirin sökücem artık.

Hadi görüşürüz, inşallah.