Bu
yazı uzun bir yazı olacak şimdiden uyarayım. “Bülent çok uzun yazıyorsun” diye
sitem etmeyin diye başından söylüyorum. Okuyup okumamak size kalmıştır.
-
Konumuz tasavvuf ve Türk-İslam sentezidir.
Öncelikle
tasavvuf konusundan başlayalım. Öncelikle bunca yıldır hiç kimse akıl edemedi
de sen mi ettin gibi bir argüman ile beni eleştirmeye kalkmayın. Söyleyeceklerimin
bildiğim kadarıyla çoğunu birçok kişi hatta öğrendiğinizde şaşıracağınız kişiler savunmuştur. Ancak gelenekselleşmiş anlayışa karşı gelmeye veya onu
değiştirecek kadar cesur olmayan insanlar bu kişileri görmezden gelmişlerdir.
Ben
ibadet ederken kendime şunu sorarım: “Acaba peygamberim de benim gibi mi ibadet ediyordu?” Bunu şeklen onun ibadet tarzına benzer bir ibadet ettiğimi
sorgulamak için sormam. Acaba ibadetimi yaparken içinde bulunduğum ruh haliyle
peygamberimin ruh hali ne kadar birbirine uyuyor diye sorarım. Eğer aynı amaca
yönelik benzer anlayışla ibadetimi yaptığımı düşünüyorsam bu anlayışımı
korumaya ve geliştirmeye çalışırım. Bu soruyu etrafımdaki insanların ibadetleri
için de soruyorum. Çünkü eğer yanlış bir şey yapıyorlarsa onları uyarmak
elbette benim görevimdir. Örneğin ben peygamberimi “Allah Allah” diye sallana
sallana zikir yaptığını hayal edemiyorum. Böyle bir zikrin içinde
bulunmadıysanız vidyolarına bakabilirsiniz. Ben yaşadıklarımın neredeyse hepsini eleştirdiğim için bunu da elbette eleştireceğim. Zikir anlayışını çok yanlış
anlamışız. Bunun nedeni İslam değil tasavvuf dediğimiz anlayıştır. Ne kadar
gönül, aşk, sevgi vb. şeyleri slogan haline getirseler de tasavvuf ve tarikattekilerin ibadetleriyle İslamın ibadet anlayışıyla örtüşen bir yanı yoktur. Kur’an-ı
Kerim’de olumsuz olarak kullanılan ne kadar kavram varsa bunların anlamlarını
değiştirmişler ve insanlarımıza yedirmişlerdir. Örneğin, çoğu ayette geçen “batın
ilim” kavramını öyle bir değiştirmişlerdir ki ayette kastedilen anlamından
kopmuştur. Ayette batın ve zahir ilimler olarak belirtilen ilimlerden kast
edilen zahir “herkes tarafından görülen ve bilinen” anlamındadır. Batın ise
herkes tarafından bilinmeyen ve görülmeyen ilimlerdir. Bu öyle ruhani bir ilim
değildir. Bahsedilen ilimler, sadece o olanda bilgisi olanlarca bilinebilecek
ilimlerdir. Yani eğer fen bilimleri alanında bilginiz yoksa atomların neler
olduğu ne işe yaradığı vb. bilgiler batın ilim olur. Çünkü bu o alanda bilginiz
olmadığı ve bunu açıkça göremeyeceğiniz ilimlerdendir. Zahir ilim de güneşin
doğduğunda sabah olduğunu anlamanız gibi bir şeydir. Herkes tarafından basit
şekilde anlaşılabilecek bir şeydir. Bu ayette bahsedilen batın ilim kavramını
öyle değiştirmişlerdir ki sanki kamil insan olmayanların anlayamayacağı ilimler
varmış da onları sadece veli kişiler bilebilirmiş gibi bir anlayış
geliştirmişlerdir. Mesela diğer bir kavram da veli-evliya olmuştur. Veli-evliya
sözcükleri çoğu zaman Kuran’da olumlu bir anlamda kullanılmaz.
(Şura/9,Şura/46,Casiye/10 gibi) Evliya sözcüğü de veli kelimesinin çoğul
olanıdır. Aynı anlama gelir.
Peygamberimizin
rivayetlerde anlatılanlar gibi mucizelerinin olmayacağı defalarca kez
Kitabımızda vurgulanmışken hala mucize uydurmaya devam eden anlayış da
tasavvuftur. Peygamberin rivayetlerde anlatılan şekilde bir mucizesinin
olmayacağı defalarca kez vurgulanmasına rağmen tasavvuf ehli olduklarını iddia
eden kişiler şeyh, evliya, kutub, gavs ve birçok ad taktıkları kişilerin
uçtuğunu, ışınlandığını ve yaptığı sapkınlıkları keramet ve ulvi bir şeymiş
gibi sunmaları düpedüz Allah’ın sözüne karşı gelmektir. Peygamberimiz
yapamayacağı bir şeyi mutasavvuf birisine isnat etmek o kişiyi peygamberimizden
üstün görmek ve Allah’ın ayetlerine karşı çıkmaktır.
Biraz
da Türk-İslam sentezi denilen yanlış anlayışa değinip iki konuyu beraber devam
ettireceğim. Türk-İslam sentezinin kurucusu olarak bilinen kişi Ahmet Yesevi'dir.
Yaptığı sentezi eğer İslamı yeterince bilmiyorsanız gayet hoş ve iyi niyetli
görebilirsiniz ki belki gerçekten de amacı cihat yapmaktı. Ancak yaptığı sentez
çok yanlışı olan bir sentez girişimiydi ve ne yazık ki bu anlayış hala çoğu kişi
tarafından doğru bulunuyor. Örneğin Türk kültüründe müzik anlayışı çok
gelişmiştir. Bu yüzden de İslam dininin kavramlarını müzik ve şiir ile birlikte
öğretmeye çalışmıştır. Çünkü müzik ve şiir yani şarkı akılda hızlı kalır. Bu
yöntem gayet başlangıç için uygundur. Ancak bu yöntemi devamlı olarak kullanmak
İslamın temel taşlarına zarar vermiştir. Şimdiki dönemlerde eleştirip
durduğumuz ezberci sistemin bir benzeri bu sentezle uygulanmıştır. İslam ise
ezberi değil akılcılığı benimsemiştir. İçselleştirilmemiş ve mantıklı bir
şekilde benimsenmemiş iman ve ibadet doğru bir iman ve ibadet sayılmaz. Akıl
sözcüğü her zaman fiil olarak kullanılan bir kitabın müminlerinin bu yöntemle
akıl devre dışı bırakılarak Müslüman olması “ne kadar Müslümansın” sorusuna “hiç”
cevabı vermesidir. Yine baştaki sorumun bir benzerini soruyorum. Acaba yaptığım
cihat ne kadar peygamberimin yaptığına benziyor? Örneğin ilk Müslüman olanların
nasıl Müslüman olduğunu anlatan rivayetlere baktığımızda “eğer sen söylüyorsan
doğrudur” diyerek iman ettiği anlatılır. Ancak bu rivayetlerin yanlış olduğunu
kitabımızla karşılaştırdığımızda gayet net anlıyoruz. Çünkü koşulsuz kabul
anlayışı Müslüman olduktan sonra yani tüm ayetleri okuyup, benimseyip kabul
ettikten sonra başlar. Koşulsuz kabul dediğim ise sorgulanamaz anlamına
gelmemektedir. Çünkü ayette de belirtildiği üzere ayetlerde bir hata olup
olmadığı üzerinden bir meydan okuma mevcuttur. Yani hata olup olmadığını
sorgulamak normaldir. Bu kişi peygamberimiz olsa dahi onun sözüne güvenerek Müslüman
olmak, ayette belirtilen “Ataların dinine mi inanıyorsunuz?” sorusunun bir
değişiğinin muhatabı olarak karşımıza çıkmaktır. Bu anlattıklarımdan sonra
insanların şiirle bilinçaltına hem eski Gök Tanrı dini ögelerini hem İslam
dinini işlemeye çalışmak ve bunları kabul ettirdikten sonra insanları Müslüman yaptığını
ve cihat yaptığını sanmak herhalde tarihteki en büyük yanılgılardan birisidir.
Ayrıca İslam tek başına İslam’dır. Hiçbir milletin eski inanışlarındaki ritüellerini,
mitlerini, ibadet şekillerini ve birçok şeylerini kabul etmez. İslam tek başına
İslam’dır. Kitabı Kuran-ı Kerim’de belirtildiği kadardır ve peygamberine isnat
edilen hadisleri bile kabul etmez. İslam Arap kültürü aşılamaz. Arap
geleneklerine İslam diye sarılıp İslamın Arap kültürü olduğunu söylemek akıl
tutulmasının zirvesine çıkmaktır. Sürekli olarak Müslüman olan Türklerin en çok
Türk kimliğini koruyanların Aleviler ve Bektaşiler olduğu, diğer
mezheptekilerin Araplaşmış olduğu söylenir. Mezheptekiler ne kadar Müslüman’dır
diye hiç sormaz mısınız? Peygamberimizin bir mezhebi mi vardı? Onun Allah’ın
yolundan ve Kuran-ı Kerim’in rehberliğinden başka bir şeyi benimsediğini
düşünmüyorum. Benim karşı çıktığım Türk kimliğimizi korumamız değildir.
Müslüman olduğumuzu söylüyoruz ama ne kadar Müslümanız? Bu sorunun cevabını
bulmaya çalışıyorum. Bu sorunun cevabı ise Müslümanlığı kabul eden atalarımıza
bakmakta yatmaktadır. Bildiğiniz üzere “Türklük bilincini ve İslam ahlakını”
rehber edinerek yoluma devam ediyorum. Ne Türk olmaya ne İslama karşı çıkıyorum.
Ancak Müslümanım diyorsa Müslüman olmuştur herhalde gibi bir yaklaşımla din
anlayışımızın içinin boşaltılmasına ve İslamı yanlış anlayıp, yaşayıp ve
bildiğimiz kadarıyla anlatmaya çalışmak hem İslama hem Türklüğümüze yaptığımız
en büyük ihanettir. Örneğin, eski Türk inanışında “yol iyesi” vardır. Türkler Müslüman
olduktan sonra yol iyesi “Hızır” olmuştur. Hatta bir kıssada Hz. Musa'nın
yanında dolaşan kişinin o olduğu falan da söylenir. Hızır dediğimiz “kurtarıcı”
hem Hz. Musa ile yolculuk eder hem günümüzde insanların yardımına koşar. Çünkü
hem ölümsüzdür hem de ışınlanabilir. Böyle bir şeyi benim peygamberim
yapamamışken eski kültürümüzden getirdiğimiz yol iyesini peygamberden üstün
tutarak dini bir şeymiş gibi anlatmak, inandığımız her şeye ihanet etmektir. Türbeler,
kabirler ve kabir azabı gibi şeyler de eski Türk inancından gelen inanışlardır.
Aslında İslam’da türbe yapıp ondan medet ummak şirk olarak adlandırılır. Kabir
kültürü Türklerde çok gelişmiş bir gelenektir. Muhtemelen Türkler Müslüman olduktan
sonra kabir kültürü cennet ve cehennem inanışıyla birleştirilmiştir. İnsanların
kabirde sorgulanacağı ve bunun sonucunda cennet veya cehenneme benzeyen bir
kabir hayatı yaşayacağına inanılmaya başlamıştır. Aslında tek bir sorgu vardır o
da kıyamet koptuktan sonra yapılacaktır. Kabir azabı gibi çokça inanılan bir
inanışla ilgili tek bir ayet olmaması da bunun İslam ile alakasının olmadığını
gösterir. Çünkü Kuran-ı Kerim’de bilinmesi gereken her şey anlatılmıştır,
detaylandırılmış ve açıklanmıştır. Eksiksiz ve tastamam olduğuna inandığınız
bir kitabın çokça inandığınız bir konuda tek bir söz bulundurmaması o
inanışınızın yanlış olduğunu gösterir. Bunu sahiplenmek ne Türklüğünüze ne de
İslama fayda sağlamaz ve tam aksine zarar verir. İslam akıl ve mantık dinidir.
Eğer bir şey akılcı ve mantıklı değilse muhtemelen bu İslam’la alakalı bir şey
değildir.
Söylemek
istediğim kendinize şu soruyu sorun: “Ne kadar peygamberime benziyorum? Ne
kadar dinime inanıyorum ve dinimi biliyorum?” Sakal uzatmak, misvak kullanmak,
hacamat yaptırmak, mucize üretmek, namazda parmağını kaldırmak, kesinlikle
okuman gereken sureler olduğuna inanmak ve anlamadığın şeyleri tekrarlayıp
durmak “Allah'ın Peygamberi Hz. Muhammed'e” uymak değildir. Ona uymak onun anlayışıyla
hareket etmek, ahlakını örnek almak, onun gibi cihat yapmak ve onun gibi
yaşamaya çalışmaktır. Onu şekil olarak almak ona değil müşriklere benzemektir.
Çünkü şekil olarak bağlandığınız her şey Arap coğrafyasının kültürüdür.
Müslümanım
diyerek geçme! Ne kadar Müslüman’sın ne kadar peygamberimize benziyorsun her
gün bunu kendine sor! Sor ki artık Müslüman topraklarına barış gelsin. Sor ki
artık kan dökülmesin. Sor ki Allah bizimle olsun. Sormazsan, korkarım ki
kaybedeceğiz ve bu kez Türk olmamız da bizi kurtaramayacak.
Eğer bana
söyleyecek bir şeyiniz varsa yorum yapın, iletişim bölümünden mail atın, sosyal
medyadan veya beni bulup ulaşın. Düşüncelerinizi elbette dinlemek ve tartışmak
isterim.
Merhabalar,
YanıtlaSilYazınız ne zamandır sekme olarak açıktı bugüne nasip oldu okumak. Yazıda bahsettiğiniz şeylere itirazım yok lâkin şunu belirtmeliyim;
Sunuş şeklinizi beğenmedim. Ortada sadece iddialar var. Birkaç ayete üstü kapalı atıf yapmak dışında kanıt sunmamışsınız. Yazıda bahsettiğiniz tüm konularla alakalı sayfalarca tezler anti tezler üretiliyor. Siz ise acele acele, sanki "söyleyim içimden atayım" der gibi bir çırpıda yazıp atmışsınız.
Şayet, "arkadaş ben böyle inanıyorum, burası da benim günlüğüm" diyorsanız bize söz söylemek düşmez. Fakat, bir iddia sahibiyseniz iddianızın arkasında rasyonel verilerle durmanız beklenir.
Cemre Demirel'i takip edip yazılarını, hatta tasavvuf üzerine yazdığı kitabı okumanızı tavsiye ederim.
Selamlar.
Yorumunuzu yeni gördüm. Cemre Demirel'i blog yazmaya başladığından beri takip ediyorum. Kitaplarını ve önerdiği kitapları da okumuş birisiyim. Onunla aynı şekilde bakıyorum aslında bu konuya da. Birkaç ayeti belirttim. Ancak yazının çoğunluğu aslında ayetlere atıf yapılarak ilerliyor ancak belirtmeyi unutmuşum. Çünkü benim yazılarımı okuyan insanların Kuran-ı Kerim'i okumuş insanlar olduğunu varsayarak yazıyorum. Ayrıca bir iddiam var bu yazıda doğrudur. Ancak ben makale yazarı değil, deneme yazarıyım. Bu yüzden de iddiamı ispatlamakla değil bu konu hakkındaki görüşlerimi belirtmeyi daha çok önemsiyorum.
SilYorumunuz için teşekkür ediyorum ve bu konuyu söylediklerinizi dikkate alarak incelemeye devam edeceğim. :)