21 Aralık 2016 Çarşamba

Problemlerimiz: Kültürel Yozlaşma - 1

Günümüzde kültürün yozlaşma sorunu yüzünden birçok ayrışma ve çatışma meydana geliyor. Doğumumuzdan itibaren ön yargılarla ile doldurulmuş beyinlerle özgürce çıkarım yapmamız, insanlara karşı nazik olmamız bekleniyor. Yeteri kadar doğru bilgi elde edemiyoruz ama doğru bildiklerimizi sorgulamamıza izin de verilmiyor. Verilse de buna yeteri kadar ilgi çekemiyoruz.

Türk toplum yapısı ve kültürü, son zamanlarda tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir istilayla karşı karşıya bırakılmış durumda. Bir yandan batı kültürü ve dili bir yandan doğu kültürü ve dili altında işkence çekiyoruz. Kimlik karmaşamızın gün geçtikçe arttığı inkar edilemeyecek bir gerçek. Ben dahil toplumumuzun büyük çoğunluğu Türk kültüründen uzaklaştırılarak hala Türk olduğumuzu sanarak yaşamaya mecbur bırakıldık.

Küçüklükten beri Noel babalarla, Örümcek Adamlarla, Süpermanle, Pokemonlarla yetiştirildik. Bunu birisi evimize gelip zorla yapmış olsa bir savunma şansımız olabilirdi. Ama biz televizyonlar ve internet aracılığı ile hiç farkında olmadan kendimize ait olan şeylerden sürekli uzak tutulduk. Bunun sonucunda da Türk kültürü köylü adetleri olarak kötü ve cahilce gelmeye başladı. Gerçi son zamanlarda köylerimizdeki o güzel insanlar bile kendi geleneklerinden uzaklaştırıldı. Tarihimiz ve kültürümüz unutulmak üzere ve buna bir büyük müdahale yapmazsak bizden birkaç nesil sonrası için elle tutulur pek bir şeyimiz kalmayacak. Biz kimlik karmaşası ile mücadele ediyoruz, onların bir kimlikleri bile olmayabilir.

Bilyenin varlığından haberi olmayan, seksek gibi sokak oyunlarını oynamadan büyüyen bir nesil yetiştiriyoruz. Batı ve Arap adetleri – kültürü etkisinde toplumsal bir ayrışmaya ramak kalmış durumda. Bundan kurtuluşumuz tekrar öz geleneklerimize sıkıdan sıkıya sarılmaktan geçiyor. Biz bunu yapınca ırkçı veya faşist olmayacağız, bunu yaparsak biz millet olacağız. Fransızlar, Ruslar, uzak ve yakın doğu ülkeleri bunları yaptıklarında nasıl imrenerek bakıyorsak bizde aynı şeyi yaparak hayatımızı garanti altına alacağız. Yoksa dediğim gibi kimliksiz bir toplum olarak çift yönlü ayrışma hepimizin sonunu getirebilir.

Mesela evlilik programları;
Ben bu programlara günümüzün köle pazarı veya genelevleri yakıştırmasını yapmaktan hiç çekinmiyorum. Kendi isteklerine göre bir kişi beğenip onun için para harcıyorlar. Aksi taktirde zaten bir sonuca varılamıyor. Türk kültüründeki o efsane aşklar, ailedeki kadının fedakarlığı ve erkeğin evinin direği görüşü yerle bir ediliyor.
+50 yaş teyzeler ile her konuştuğumda veya konuşurken denk geldiğimde genelde evlilik konusunda bunu söylüyorlar. “Şimdiki kızlarda fedakarlık yok, erkeklerde erkekliğini yapmıyorlar. Sonuç olarak 3 ay sonra boşanıyorlar.” Bundan 30 – 40 yıl önce yaşayanlara bir bakın, o yoklukta sabretmişler hayatlarından fedakarlık göstermişler hem hayatta kalmışlar hem de güzel çocuklar yetiştirmişler. Şimdilerde ise ufacık bir şey yüzünden yuvalar dağılıyor. Diyeceksiniz bunların evlilik programlarıyla ne alakası var? Bence çok alakası var. Şöyle açıklayayım, mesela bir kadın kocasından istediğini elde edemiyor veya anlaşamıyor hemen boşanma aklına geliyor. Veya bir erkek karısından istediklerini elde edemiyor o da hemen boşanmayı aklına getiriyor. Çünkü yeni birisiyle evlenmek için imkanları var. Çünkü bize dayatılan kültür sabretmeyi değil, “kullan, at, yenisini al” fikrini dayatıyor. Önceden boşanmış bir kadına iyi gözle bakılmayacak diye kadın sabrediyordu.(Bunu savunmuyorum, anlatmak istediğim farklı) Ama şimdi bu evlilik programları sayesinde 3-4 kere bile boşanmış birisiyle evlenmeyi kabul edecek insan bulunuyor. Neden? Çünkü parasını bastırdığın an istediğini elde edebilirsin düşüncesi hakim. İşte bu düşüncenin en somutlaşmış örneği evlilik programlarıdır. İnsanları resmen pazarlıyorlar. Bahsettiğimiz bir “insan”. Kendisinin kişi haklarını özgürlüklerini sattığının farkında bile değildir muhtemelen. Çünkü sistem onu böyle yetiştirdi. Belki de o kendi kültüründen habersiz bir şekilde büyüdü, bu yüzden de Türk toplumunun evlilik anlayışından haberi yok ve bunu değiştirmek için kurulmuş bir tiyatronun parçası oluyor.

Bu konu böyle bir anda anlatılacak ve her şeyi açığa çıkartıp kurtulunacak bir şey değil. Bu konu hakkında bazen yeni şeyler yazmayı planlıyorum.


İyi günler.  

16 Aralık 2016 Cuma

Uykusuz bir hafta

  Son birkaç haftadır doğru dürüst uyuyamadım. Aslında düşünme olaylarımın azalmasını ve güçsüzleşmeyi bekliyordum. Tam tersine daha fazla şey ile meşgul olmak ve günlerimin boş geçmemesine şaştım kaldım. Haftalardır Azerbaycan Türkçesindeki eserlerle boğuşmamdan dolayı biraz kendi içimde konuşurken lehçemin değişmeye başlaması da gerçekten garipsediğim şeylerden. Bir yazıda okumuştum o ünlü filozoflar, bilim insanları falan günlük yarımşar saatten 2 saat civarı uyuyorlarmış. Parça parça olmasının kötü olacağını düşünürdüm ama sonuçlar pek öyle göstermiyor gördüğümüz kadarıyla.

  Günümüz Dünyasında zeki olmak değil de çok fazla bilgiyi kendinde biriktirebilen insanlar ön planda olduğundan dolayı ne kadar az uyursak ve o kadar çok bilgiyle haşır neşir olursak o kadar başarı kazanabiliyoruz galiba. Her zaman söylediğimin aksine yeni şeyler bulmamıza gerek yok gibi, daha çok bilgileri birleştirip onlardan yeni bir şey çıkartmak veya ilgi kurmak daha mantıksal bir yaklaşım olur diye düşünmeye başladım. Tarih tekerrürden ibaret derler ya bence “gelecek tarihten/geçmişten ibarettir.”
  
  Otobüse bindiğimde kimseyle konuşma imkanım olmadığı için genelde kulaklığıma ve şarkılarıma sarılıyorum. Yine böyle bir günde kulağımda Ali Kınık çalarken birden insanlar dikkatimi çekti. Etrafımdaki insanların çoğu ya müzik dinliyordu ya da kitap okuyordu. Bu gerçekten çok ilgi çekici bir şeydi benim için. “Acaba şuan neler düşünüyorlar? Hepsi kendi hayallerini kuruyorlar ama gerçekleştirmek için hiçbir şey yapmayacaklar” gibi bir düşünceyle baş başa kalmıştım. Hep bir şeyleri hayal ediyoruz ama bu hayaller için birazcık çabalayıp “yine olmadı” diyerek pes ediyoruz. Mesela ben bunu çok yapıyorum. Hayaller kuruyorum ama bu hayal için çalışmayı bırakın en ufak bir gayret dahi göstermiyorum. Hayalimden de vazgeçmiyorum. Ben burada dururken o kendiliğinden bana gelsin istiyorum. Çok saçma bir durumda olduğumun da ne yazık ki farkındayım.



Bu sefer öyle bir mesaj falan vermeyeceğim, görüşürüz

2 Kasım 2016 Çarşamba

Cehennemde miyiz?

Merhaba
Hayatımın belli bir rutine bağladığını fark ettim birkaç gündür. Her gün uyanıyorum okula gidiyorum. Belli bir saat vakit geçiriyorum sonra eve geliyorum yemekti haberdi falan derken gün bitiyor. Sonra yine aynı şeyler tekrar etmeye devam ediyor. Böyle bir hayata nasıl başladım diye düşünüyorum. Hep sıradanlaşmaktan nefret ettiğimden bahsediyorum ama hayatım belli şeyler üzerine kuruldu bir anda. Bu yüzden rutini bozmak için biraz kafamı boşaltmam gerekiyor galiba. Son zamanlarda yeni bir şeyi kafama sokamıyorum. Bildiğiniz öğrenme özürlüsü oldum. Normalde duyduğum, okuduğum veya gördüğüm bir şeyi neredeyse ilk seferde kafama işlerdim. Ama artık günlerimi versem de çok az kısmı aklımda kalıyor. Acaba bir problemim mi var diye düşünmeden de edemiyorum.
-  Cennet ve Cehennem
Bu kadar kötülük, haksızlık, riyakarlık, savaş vb. bir sürü şeyi etrafımda gördükçe hep şunu düşünüyorum; Acaba biz cehennemdeyiz ve hepimiz aslında kötü insanlar mıyız? Bazen tabi iyilik yapan insanlar görebiliyoruz. Ama herkesin bir kusuru var. Herkes hedeflerine ilerlemek için birilerini geride bırakmak için her şeyi yapıyor. En azından umursamıyor kendi işine bakıyor. Bazılarının da hedefi olmadığı için hedefi olanların hedefine ilerlememesi için elinden geleni yapıyor. Gerçekten hepimiz cehennemde olabiliriz. Eğer dinler hala gerçek ve son din olduğunu söylemeye etmeye devam etmeseydi eminim ki insanlar her şeyin aslında bittiğini ve hepimizin cezalandırıldığını düşünürdü. Gayet mantıklı değil mi? Bazı insanlar hayvanları seviyor, besliyor diye gayet iyi insanlar diyoruz  ama bu bile onların aslında iyi olduklarını söylememiz için yeterli değil. Hepimizin yaptığı ve affedilmemiş olan kötülüklerimiz yüzünden burada olabilirdik. Böyle düşününce acaba ben niye buradayım diye de kendime sormam gerekir. Bende çok umursamazım. Ne kendime bir yol koyuyorum ne de yolu olanların gitmesine yardım ediyorum. Tabi arada bilerek bazılarının kendine gelmesi için  yoluna taş koyduğumda oluyor.
Diyelim ki hepimiz şuan cehennemdeyiz. Elimizden ne gelir? Kaderimize razı mı olacağız? Bence olmamalıyız. İnsanlar isterse, birlikte olabilirse her şeyi değiştirebilirler. Cehennemi cennet yaparak yaşamak da bizim elimizde bence. Ne mi yapılmalı bunun için? Ben zaten önceden anlatmıştım bunları, kitaplarda da hep anlatılıyor. Okumak gerek güzel kardeşim. Sadece okumak ve sorgulamalıyız. Yanlışlarımızı buldukça bunları düzeltmek için mücadeleye devam etmeliyiz. Yoksa yaşamamızın, neslimizi devam ettirmemizin hiçbir anlamı yok. Neslimizi devam ettirmek uğruna militan yetiştirmekten başka bir şey yapmamış oluyoruz. Eğer bu sistemi düzeltmeyeceksek neslimizi yok edelim yoksa bizden sonrakiler de bizim yaşadıklarımızı yaşayacak. Buna hiç gerek yok.
Bunların hepsi benim birazdan size göstereceğim ayetleri okumamış olmam durumunda geçerli olabilirdi. Aksi taktirde bu anlattıklarımın gerçek olduğu üzerine yüzlerce şey yazabilirdim. Ama nihayetin de Allah ve Kur’an’ın bana bu durumda yol göstermesi benim için bir mucizedir. Yazım burada bitiyor bundan sonrası internette denk geldiğim bir makaledir. Dünya ile ilgili ayetleri konularına göre derlemişler ben beğendiğim için buraya bırakacağım. İyi günler.
Dünya boş bir amaç uğruna yaratılmamıştır
Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri, boş bir eğlence için yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık öyle yapardık (ENBİYA/16-17)
-
Dünya bir imtihan yeridir
Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden (erkek ve kadın sularından) yarattık da onu işitici, görücü yaptık. (İNSAN/2)
O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır. (MÜLK/2)
Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz. (ENBİYA/35)
Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine süs olsun diye yarattık ki, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim. (KEHF/7)
Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah'ın yardımı yakındır. (BAKARA/214)
Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri! (BAKARA/155)
Andolsun ki, biz içinizden cihad edenlerle sabredenleri ortaya çıkarıncaya ve yaptıklarınızla ilgili haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi deneyeceğiz. (MUHAMMED/31)
Muhakkak siz, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan size eziyet verici bir çok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'dan gereği gibi korkarsanız, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir. (AL-İ İMRAN/186)
İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?
Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. (ANKEBUT/2-3)
-
Dünya hayatı bir aldanıştır
Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Allah'ın vaadi muhakkak haktır. Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın. (FATIR/5)
Nefsince de, sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Sen dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye uyma. (KEHF/28)
Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve bir günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk da babasına hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir. Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah'ın affına güvendirerek aldatmasın. (LOKMAN/33)
-
Dünya hayatı kısa ve geçicidir
Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Gerçekten insanların çoğu, Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. (RUM/8)
Kendilerine, "Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekatı verin" denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve "Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Ne olurdu bize azıcık bir müddet daha tanımış olsaydın da biraz daha yaşasaydık?" derler. Onlara de ki: "Dünya zevki ne de olsa azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için daha hayırlıdır ve size kıl kadar haksızlık edilmez." (NİSA/77)
Ey Muhammed! Sen onlara dünya hayatının misalini ver. Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkileri (her renk ve çiçekten) birbirine karışmış, nihayet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgarlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedirdir. (KEHF/45)
Dünya hayatının misali şöyledir: Gökten indirdiğimiz su ile, insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerini ona gücü yeter sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oluvermiştir. Düşünen bir kavim için âyetlerimizi işte böyle açıklarız. (YUNUS/24)
-
Dünya hayatı bir oyun, tutkulu bir oyalanmadır
Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı. (ANKEBUT/64)
Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azab; Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir. (HADİD/20)
Dinlerini bir oyun ve bir eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Ve hiçbir kimsenin kazandığı şey yüzünden kendisini helake atmamasını, kendisi için Allah'tan başka hiç bir dost ve hiçbir şefaatçi bulunmadığını Kur'ân ile hatırlat. O, azaptan kurtulmak için bütün varını feda etse, kendisinden alınmaz. Onlar kazandıkları şey yüzünden helake uğratılmışlardır. Onlar için, inkâr ettiklerinden dolayı kaynar bir içecek ve can yakıcı bir azab vardır. (EN'AM/70)
Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez. (MUHAMMED/36)
İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır. (AL-İ İMRAN/14)



18 Eylül 2016 Pazar

Yaşamak için çabalamak

Yaşamak ne garip şey. Neredeyse her gün düşünüyorum bunu. Hangi nefesim son nefesim olacak? Sonra ilk nefesimi merak ediyorum. O kadar çabalamışım hayata tutunmuşum, doğmuşum, büyümüşüm ama saçma saçma olayları kendime dert ediyorum.  Hangi dert sonuncusu olacak ve huzura kavuşacağım? Dertlerin sona ermesi diye bir şey mümkün bile değil.
Yaşamak için çabalıyorum, çabalarken yaşamayı unutuyorum.  Bazen diyorum, asgari ihtiyaçlarımı karşılayacak kadar imkanım olsun hayatım boyunca odamda oturup kitap okuyayım, yazı falan yazayım arada. Ama okuyacak kitabım hep olsun. Bu günlerde kendim okumak için aldığım kitapların hepsi bitti. Yenisini almak için bir sürü yol gitmem gerekiyor üşeniyorum evde ki ansiklopedileri falan okumaya başladım. İşte bunu sevmiyorum, hiç ihtiyacım olmayacak ve ilgimi çekmeyen şeyleri bile okumak zorunda kalıyorum. Neden ? Çünkü okumadığım zaman yaşıyormuş gibi hissedemiyorum. Çabalarken yaşamayı unutmuşum gibi oluyor işte böyle zamanlar. Ben yaşamak istiyorum, çabalamayı ben yapmayayım o kendi kendisine olsun kendi köşesinde. Ben yapmasam da çabalamış olmak istiyorum. Bana böyle dayatmışlar. “Yaşamak istiyorsan çabalayacaksın, yoksa ölürsün.” Yok be abi, ölmüyorum şuan yazıyorum yaşamak için falan çabalamıyorum ama hala yaşıyorum.
Bu sefer hiçbir şey anlatmadan bitirmeyi planlıyorum yazımı, her zaman bir şey anlatacağım diye söz vermedim. Genel de boş konuşuyor görünüyorum, belki de öyledir. Ama dikkatli baksanız, dinleseniz aslında o kadar da boş değil. Aynı şeyleri düşünmüyoruz, aynı şekilde hayata bakmıyoruz diye ben boş konuşuyor olmam heralde. Konuşmazsam o zaman daha büyük bir sıkıntı var, o halim hiç çekilmiyor. Hele konuşmama alıştıysan. Böyle işte tatil bitti artık, saçma bir ders programım var. İnşallah ölmeden bu yılı da bitiririm. Çünkü her gün uyanmak için çabalayacağım gibi gözüküyor.
Sadece konuşmak için yazdığım, yazmak için konuştuğum bir şey oldu bu.

Görüşürüz

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Hiç kimse hiçbir zaman özgür olamaz

Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, ne kadar imkanımız olursa olsun hiçbir zaman özgür olamayacağız. Her zaman bir şeylere bağımlı kalacağız. İnsanlar, bağımsız yaşadığını sanan bağımlı canlılardır. Güzel bir insan tanımı benim için.

Gerçekten neden özgür olmayı istiyoruz ? Elde edemeyeceğimizin farkında değiliz. Özgürlük bir şeye bağımlı olmayı reddetmiyor mu ? Özgür kalmayı istemek bile bence bir bağımlılık. Sorunumuz özgür olmamak değil bağımlı olmak.

Saçma sapan bahaneler üreterek her istediğimiz şeyin bize zarar vermediğini söyleyip durmayın. Fazla  mutluluk bile insana zarar verir. Çok fazla iyilik yapmak, iyi birisi olmanın çevremize zarar vermeyeceğini mi sanıyorsunuz? Gerçekten vermez mi? Bence verir. Neden mi? Çünkü insan ne kadar iyi olursa, ne kadar karşısındakiler için çabalarsa karşısındaki insanlar o kadar tembelleşir. Kendimden örnek vereyim. Bu yaşıma kadar ailem benimle ilgilendi. İki ay onlardan uzakta kaldım bir kere bile yemek yapmadım, çamaşırlar falan öyle birikti. Çünkü daha önce yapma ihtiyacım olmamıştı uğraşasım gelmedi. Anlıyor musunuz? Farkında olmadan tembelleşmişim. Belki bu kadar sık depresyona girmemin sebebi bu olabilir. Eğer sıradan işlerle meşgul olsaydım bu kadar düşünmeye fırsatım olmazdı ve çoğu şey kafamı bu denli kurcalayıp psikolojimi bozmazdı.

Bu bağımlı olma olayı kafamı çok meşgul ediyor bu günlerde. Sigaraya ve bilgisayar başında oturmaya bağımlı olmuş durumdayım. Vücudumun mahvolduğunun farkındayım ama yapabileceğim bir şey yok. Diğer şeyler dikkatimi çekmiyor artık. En azından kendime zarar vererek yaşamaya devam ettiğimi hissediyorum. Herkesin böyle kimseye söylemediği ama yaşadığını hissetmek için yaptığı şeyler yok mu? Benimki de bu. Önceden kafamı asfalta koyardım. Küçükken asfaltta top oynayan çocuklar çok düşer o asfaltın kokusunu ve yer yüzünü hisseder. Daha sonra yaşamın devam ettiğini hala insan olduğumu anlamak için yer yüzünün tadına varmak güzel bir histi. Bu günlerde  bu bile hissettirmiyor ki kendime zarar vermeyi seçmişim işte. Hani karpuzlar eski karpuzlardan değil, nerede o eski ramazanlar gibi klişe sözler vardır ya işte toprağın bile tadı yok arkadaş.

Bağımlıyız işte hepimiz kabullenin. Bağımlı olmak güzel bir şeydir. Öyle özgürüm havalarında dolaşmak çok basit. Elde etme şansınız bile yok. Elinizde hala imkanınız varken insanları sevin. Belki birkaç güzel anınız olur ileride anlatırsınız.


Bağımlı olun. 
Özgür değil.

26 Haziran 2016 Pazar

Problemlerimiz: Para - Evlilik

Selamun aleyküm

Uzun zamandır, yani bana göre uzun zamandır yazma fırsatı bulamamıştım. Şimdi bu geçen zamanı telafi etmek amacı ile kafamda ki düşünceleri anlatacağım her zaman ki gibi. Eğer okumaya başladıysanız bitirmenizi öneriyorum. Ben oturup bir kaç saatte yazıyorsam siz daha kısa zamanda okuyabilirsiniz bir şey kaybetmezsiniz. Neyse açtım Sezen Aksu’yu tam gece olduğu da belli oldu başlayalım.

Şu hayatta bana dayatılmasından nefret ettiğim bir kaç şey var.

Bunlardan birisi: Para kazanmak zorunda olmak.

Bu sıradan bir geçim kaygısı çekmemem için verilen tavsiyelerden değil. Bana anlatılan, dayatılan şey resmen hayatımı para üzerine kurmam çok para kazanamazsam yaşamamın bir anlamı olmadığı oluyor hep. Hep vardır ya gezmeye gidersiniz akrabanız komşunuz bilmem kimin tanıdığı bir teyze amca gelir “okuyun olum okuyun memur olun” diye nasihat verir. Bir insan da iyi insan ol, insanlara kötü davranma, kitap oku bilgi sahibi ol sonra gerisi gelir desin kafamı duvara vurucam o noktaya geldim. Sözde her şeyi Allah rızası için yapıyoruz ya biraz düşünsek aslında paraya tapıyoruz. Nerede kaldı bizim ahiret inancımız ? Nerede kaldı Allah’ın iyi kimseleri kimsesiz bırakmaması falan ? Yapılan iyilikleri yaşarken karşılığını görmek için yapmaya geliyor bu düşünce yapısı. Bu hayatın ne anlamı var ki ? İyi geçinip kimsenin kalbini kırmadan düzgünce yaşayıp diğer tarafta cennete sonsuz rahat içinde yaşamak için bu dünyada değil miyiz ? Ama kimi görsem hep para kazanmak, garanti iş sahibi olmak için tavsiyeler veriyor. Neymiş edebiyat okuyormuşum öğretmen olacakmışım. Olmayacağım abi olmayacağım. Ben okuyacağım yazacağım hayatım boyunca. Kafamda akademisyen olmak dışında bir meslek düşünmüyorum. Ben ilkokuldan beri, yaşıtlarım saçma saçma şeylerle uğraşırken kitap okuyordum. Hala da okuyorum. Neden ? Çünkü bilgi, öğrenmek, tecrübe gibi şeylere değer veriyorum. Hiç daha para kazanmak için bir işe girmeyi düşünmedim. Hep vakit geçsin diye düşündüm. Benim yapmak istediğim şeyler belli onları yapabileceğim zaman gelesiye kadar işte vakit geçiriyorum tecrübe biriktiriyorum başka bir amacım yok.
Para kazanma üzerine kurulmuş bir sistemin ürünleriyiz, robotlarız. Ayın belli bir gününde hakkımızın %1’i olan rakamları kazandık diye seviniyoruz. Bunu medeniyet, kültür veya refah yaşama olarak kabul ediyoruz. Sistemi değiştirmeyi kimse düşünmüyor. Herkes odaklanmış bir şeye, kabul etmişler hiç şikayetçi olmuyorlar. Değiştirmeye çaba göstermiyorlar. Ne yapayım bu sistemin bir parçası mı olayım ? Öğretmen olayım, standart bir eğitimci kafasıyla gideyim orada iki üç tane çocuğa bir şeyler öğreteyim diye bir yerimi mi yırtayım ? Neden? Tek yapılacak şey bu mu kaldı? 5 bin yıldır yazı kullanılıyor. Bu kadar nesil ne yapmışlar hayatlarını sürdürmek için mi yaşamış? Bu yazıyı kullananlar eser verenler aç mı kaldı ? Bilgiye sahip hangi birey para sıkıntısı çekti ? Bir kaçı dışında elle tutulacak bir şey yok. Bu yüzden biraz mantıklı düşününce bu para kazanamazsan öleceğin düşüncesi ile yönlendirilmiş bir sistemin çarklarından birisi olmadan da hayatımızı sürdürebileceğimizi fark ederiz. Hayallerimiz nerede kaldı ? Bu kadar kolay vazgeçmek için iç geçirmek için mi yastığa başımızı koyduğumuzda düşündük hayallerimizi yıllarca? Sırf para kazanmak uğruna kendi hayallerinizi mi bırakacaksınız? Keşke para denilen şey icat edilmeseydi de insanlar elindekilere, karşılarındakine verdikleri değer değişmeseydi.

Bir diğer dayatılan şey de: Evlilik.
Tamam bak hepinizi anlıyorum. Hayata bir şey bırakmak isminizi devam ettirmek, unutulmamak istiyorsunuz. Şimdi şöyle düşünelim. Babamın ismini biliyorum, onun babasınında. Peki onun babası ? Kimdi ? Hayatta ki tek başarısı bir çocuk dünyaya getirmiş olması mı ? Şimdi diceksiniz onlar çocuk dünyaya getirmeselerdi sen olmazdın. Tamam, kabul ediyorum. Peki, neden doğmayı isteyeyim ki ? Aranızda doğmak isteyerek doğmuş birisi var mı ? Veya doğmamış olanlar doğmak istiyor mudur? Ne güzel dünyada değilsin mutlu olmamız gerekirdi. Ne işimiz var burada bizim. Çok önemli bir işimiz varmış gibi doğduk.
İsmimiz unutulmasın istiyorsak çocuk yapmayı bırakıp biraz kalıcı eserler bırakmalıyız. Mesela, Kaşgarlı Mahmut. Bak ismini hala biliyoruz, neler yaptığını nasıl birisi olduğunu biliyoruz. Neden ? Çünkü kitap yazmış. Mesela, Fatih Sultan Mehmet. İsmini biliyoruz, neleri sevdiğini biliyoruz, neler yapmış, neler düşünmüş biliyoruz. Neden ? Çünkü İstanbul’u fetih etmiş.
Bu yüzden birisiyle evlenmek için çabalamayı biraz daha kalıcı şeylere yöneltirsek hem ismimiz unutulmaz, hem de insanlara katkımız olur belki. Çocuğumuz kötü biri olursa o zaman ne olacak? Mesela, Hitlerin annesi onu doğurmak ister miydi yapacaklarını bilseydi ? Birde böyle düşünün.

İnsanlıkla alakamız kalmamış zaten. Bari insan olmadığımızı fark edin. Üremek, para kazanmak falan böyle şeyleri yaparak insan olmuyoruz. Düşünerek insan oluyoruz. Yoksa insanları düşünen canlı diye tanımlanmasının ne anlamı var. Düşündüğünü düşünen insanlar sürüleriyle boğuşuyoruz.
Biraz yarın ne yapacağım, iş nasıl gidecek, yolda trafik nasıl olur, hava sıcak mı soğuk mu diye düşünmeyin artık. Ne bileyim hayatı düşünün biraz. Neler yaptım neler yapmalıyım diye düşünün. İyi bir insan mıyım diye dürüstçe düşünün. Fark ettikleriniz de “fark” olarak kalmasın. Ya onları değiştirin, ya da onların içinde olmayın.
Bana diyebilirsiniz, senin söylediklerini neden önemseyelim. Sen kimsin? Ben hiç kimseyim. Beni dinlemek zorunda değilsiniz. Hiç bir şey de bilmiyorum. Sadece bildiğim emin olduğum bir şey var ki bizler insan değiliz. Bunu fark ettim. Hep şikayet ediyormuşum gibi ama en azından bu sistemin içinde olmak istemiyorum.
Hepinize iyi günler. Tabi, kime göre iyi ?


B.Böceci

9 Haziran 2016 Perşembe

Acaba ölmeli miyim?


Her zaman ki gibi kafam karışık. Aslında tüm mevsimleri severim. Ama ilkbaharı diğerlerinden daha az seviyorum. Hatta nefret ediyor olabilirim. İlkbahar geldi havalar ısınmaya başladı diye insanlar artık sokaklarda gezmeye başlıyor. İnsanlara alışkın değilim. Bu yüzden gündüzleri kendimi gecelere göre daha fazla evde tutmaya çalışıyorum. Ben sokağa çıktığımda herkes çekilsin köşesine biraz özgür olmak istiyorum. Yıldızları görmek istiyorum sessizce sadece yıldızları görmek ve seslerini duyabilecek kadar ıssız bir yerde olmak istiyorum.
Ne kadar imreniyorum bir bilseniz etrafımdakilere, bir o kadarda nefret ediyorum. Bir düzen içinde sıradan bir yaşam sürüyorlar. Gezegenlerin keyfi ne kadar güzel. Yörüngesinde dolanıp duruyor. Ben ne yapıyorum? Dışarıdan baksanız sıradan şeyler bile yapmıyor diye düşünürsünüz. İçimde ne fırtınalar kopuyor, ne düşüncelere dalıyorum nelerle boğuşuyorum her saniye bilmiyorsunuz. Bu yüzden sıradan bile olmayan şeyler yaptığımı düşünürsünüz.
Vazgeçtim artık. Şu hayattan istediğim bir şey var. Bana yazmak ve okumak için zaman versin başka bir şey istemem. Başka bir amacım yok, isteğim hiç yok. Mesela kandillerde cumalarda falan normal zamanda yapmamanıza rağmen namaz kılarda dua edersiniz ya? Geçenlerde kandil geçti, elimden geldiği kadar kılmaya çalıştığım için namazları o kadar garipsemedim. Ama sonuçta kandil. Bütün insanlar dua ediyor yaradanına. Ben ellerimi açıp uzun uzun bekledim. Hiçbir şey söylemedim, hiçbir şey isteyemedim. Neden mi? Çünkü; bir isteğim yok. Cennete gitmek için mi dua edeyim? Tövbe mi edeyim? Evet bunları yapmam gerekiyordu. Ama yapamadım. İlk önce hak etmeliydim. İlk önce çabalamalıydım. Yaptıklarımdan pişmanım ama korkuyorum. Şuan düşüncelerim belki pişman olduğum yönünde, ileride bir gün tekrar aynı şeyleri yapmayacağım ne malum? Mahcup olmak istemiyorum, bundan korkuyorum. Şu koskoca evrende ben neyim? Hiçbir değerim yok. Daha kendime bile güvenim yok. Bence ölmeliyim artık. Hem de ne zaman biliyor musun? Hemen bu sabah. Ezan okunur okunmaz ölmeliyim. Son kez duyayım, o sabah ezanının huzurunu bir kez daha yaşayıp ölmeliyim. Son kez şükretmeliyim. Her gece yaptığım gibi şükretmeliyim. Ve pişman olmalıyım, bu güne kadar yaptığım bunca gereksiz şeyler için. Sonra da ölmeliyim.

Birçok kez ölmeyi isteyecek kadar acı çektim. Kalbimi defalarca yıktılar. İnsanların acımasız olduğunu her defasında daha da acı şekilde öğrettiler bana, yaşatarak. Gözlerinin içine bakıp mutlu olduğun kişinin aslında bütün her şeyi yalanları üzerine kurduğunu görünce yıkılır insan. Her terk eden insanın nasıl pisliğe bulandığını öğrenince vazgeçer insan.
Neden mi?
Çünkü artık kendisinde problem olduğunu düşünür. Bunu düşünmezse ahmaktır. Hasta falan değildir bunu düşünen, basbayağı zeki birisidir. Her terk eden insan nefret ettiğin ne kadar şey varsa onların içine koştuğunu görünce vazgeçmezse insanlardan en büyük ahmaktır. Düşünür insan. Düşündüm ben. Anlıyor musun? Her terk edilişimin arkasından o insanlar sevmediğim ne kadar şey varsa onlarla yatıp kalktıklarını, onlara taptıklarını görünce sorunun ben olduğunu anladım. Bütün problemler bütün suçlar benimdi. Eğer daha iyi bir insan olabilseydim, eğer daha da fazla sevseydim, hissettirseydim,  eğer daha fazla konuşsaydım, anlatsaydım hayatı onlara belki anlayabilirlerdi. Belki bütün bu kadar saçmalık kol gezmezdi etraflarında. Ama yapmadım. Çünkü biliyordum, öğrenmiştim. İnsan ne kadar şeyini birisiyle paylaşırsa o kadar güçsüzleşir ona karşı. O insan hiçbir zaman anlamayacak çünkü. Onun da yaşaması gerekiyor, onun da öğrenmesi gerekiyor her şeyi. İlk terk edilişimin arkasından ölseydim. Belki o zaman anlayabilirlerdi.
Eğer daha kötü bir insan olsaydım?
Olamazdım. Ben her zaman başı yerde yürüyen bir insanım. Neden biliyor musun? Benden daha küçük olan canlıları öldürmenin vicdan acısını çekmek istemiyorum. Annem öğretmişti. “Karıncaları ezme, onları da Allah yarattı. Sonra hesabını sorulur bunların canının.” Diye. Küçüktüm, bilmiyordum, anlamıyordum ama inandım. Hala da inanıyorum. Çünkü ölünce tekrar dirileceğimize inanıyorum. Bunun dinlerle falan hiç ilgisi yok. Bu kadar kötülük yapan insanın cezasızca ölüp gitmelerinin bir açıklamasını bana inandıramazsın.
Evet, inanıyorum. Sizin dinlere bağladığınız bunca dogmatikliğe karşıyım. Ben gerçek Müslümanlığın, gerçek İslamın bu etrafımdaki içi dışı bomboş olan insanların yaşadığı bir din olduğuna inanmıyorum. Siz anlayamamışsınız. Siz bir tanrının varlığını sorgulayamayacak kadar korkaksınız. Çünkü size öğretenler kendi rantları için sizin düşünmenizi engellediler. Kur’an’ı mezarlıklarda namazlarda okunacak bir kitap olduğuna sizi inandırdılar. Ve ben sizin bu dogmatik sorgulamayan düşünmeyen din anlayışınıza karşı çıkıyorum. Ve hala müslümanım, hala İslam yolunda yürüyorum. Ölünce de beni yaratan Allah’ın huzurunda hepinizle hesaplaşacağım.

Evet, ölmeliydim. Artık vazgeçtim. İnsanlardan bıktım. Çünkü artık o boş sokaklarda yürüyüp yıldızları dinlemeye çalışamıyorum. Çok fazla kirlettiniz Dünya’yı. Sizinle yaşamamak için ölmeliyim artık. Belki ilk terk edilişimde belki de son sabah ezanından sonra.

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Problemlerimiz: Kendini beğenmişlik ve Aşağılık duygusu

 Merhaba nasılsın iyi misin ? İyisindir umarım.
Önceki yazımı yazarken ucundan değindiğimi fark ettiğim bir şeyi güzelce anlatıyım şimdi sana.

Öncelikle;
Şu hayatta nefret ettiğim şeylerin başında gelen şeyler bunlar aslında. Birisi, birinin kendi bildiğini doğru diye bana dayatmak istemesi. Diğeri ise bir insanın benden daha üstün olması onun yargılanamaması ve benim söylediğim şeyin önemsenmemesidir. Hem beni hem de söylediğim şeyi yerin dibine neden sokuyorsun arkadaşım ? Manyak mısınız ?
Bak güzel kardeşim, benim inandığım Allah’ın Kur’an da anlattığı peygamberler haricinde  bir başka kişi benden daha üstün değildir. Başka birisinin üstün olduğuna karar verebilecek birisi yoktur. Beni senin düşünmediğin veya önemsemediğin bir şeyle uğraşıyorum diye öyle küçümseyemezsiniz. Acayip bozarım. Haberiniz olsun.

İnsanların yakalandığı bir hastalık aslında. İnsanın en tehlikeli halleri bile olabilir. Birisi insanın egosunun çok yüksek olması, diğeri ise aşağılık hissine kapılmış olması. Bazı insanları direkt al şu kategorilere koy. Hiç sırıtmaz. Nötr olma diye bir durumları yok.
Egosu yüksek olup, her şeyi ben bilirim havasında ki insanları bırakın kendi hallerinde takılsınlar. Yakında üç beş tane darbe yiyip ikinci kategoriye girmeye aday olurlar.
Asıl önemli ve kötü olanlar aşağılık duygusu içinde sürünenler. Onlar kendilerinin ve etrafındaki insanların bir şey yapamayacağına o kadar inanmışlardır ki, Dünya’yı değiştirecek devrimi yapsan yine beğenmez kötülerler. “Başkaları bilmiyorken biz nasıl bilicez abi?” der dururlar. Başkaları da insan bizde insanız. Onlarında akılları var, 2 tane gözleri var, 2 tane elleri var. Ne eksiğimiz var? Hiç. Ama gel de anlat. İlla biz yapamayız başkaları yapar diye tuttururlar. Her şeyin gerçeğini, doğrusunu anlatsan önlerine koysan yine sana hak veriyormuş gibi görünüp seni geçiştirirler. Sen uğraştığınla kalırsın. Bir çoban çıkıp bunları gütse hiç sesleri çıkmaz. Kabul ederler. Çünkü aşağılık duygusu diye bir gerçek içlerinde yatıp durur.
Skolastik düşünce hani Rönesans ile bitmişti? Hani yıkılmıştı bu adamların dogmatik düşünceleri? Bunları unutmuşlar anlaşılan. Ama şöyle bir şey var: Mesela benim çevremde ki insanlara bunları söylesem biz işte bilmem kimin torunlarıyız biz olmasaydık bunlar olmazdı diye saydırırlar. 5 dk sonra Türkiye çok güçsüz işte şu ülkeye karşı bir şey yapamayız falan triplerine girdiklerini görürüz. Ee hani biz Dünya’yı yöneten ataların torunlarıydık? Bilimde falan bir sürü şey yapmıştık. Nesil geçtikçe zeka seviyesi mi düştü? Zeka seviyesi düşmedi de kafamız dogmalarla doldu. Düşünmeyi unuttuk. Öğrenmeyi bıraktık. Mesela belli bir yaşı geçen insanlar “tamam artık ben yapmam gerekeni yaptım gerisi benim umurumda değil” gibi bir tavırla ortalıkta dolaşıp duruyor. İnanmıyorsan iki dakika kafanı kaldır bak hemen göreceksin bunları.
Gerçekten nedenini anlayamıyorum. Ne güzel işten güçten elini çekmişsin, emekli olacaksan olmuşsun. Bundan sonra da birazcık başka şeylerle uğraş. Ne bileyim haftada bir kitap okusan o bile yeterli. Bu yazarlar kitapları sadece gençlere mi yazıyor? Yok abi sordum ben herkes okusun diye yazdım dediler, inan bana bak.

Aslında Kur’an da bu insanların özellikleri gayet güzel anlatılmış ve yapmamız gereken de söylenmiştir. Onları kendi hallerine bırakmak en iyisi. Çünkü Allah bu insanların kalplerini mühürlemiş ne kadar gerçeği göstersen de inanmayacakları belirtilmiştir. Ama ben insanlar için çabalamayı sevdiğimden bir şeyleri anlatmaya çalışıyorum. Yanlışları gösteriyorum, karşılığında umursanmıyorum falan ama bunlarda benim imtihanım diyip sabır ediyorum. Yoksa siz, kendinizden önce yaşayanların başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz” Bakara suresi 214. Ayet
Sırf bu ayet sayesinde sabır ediyorum diyebilirim. Herkesin imtihanı farklıdır bu dünyada. Yaptıklarımızın karşılığını alacağımızdan kuşkum yok. Kuşkum olsaydı zaten bende üstte anlattığım kişilerden olmuş olurdum.


Bir tavsiyeniz olursa iletirseniz sevinirim. Beğendiğiniz yazılarımı paylaşıp daha fazla kişinin beni okumasına vesile olursanız da memnun olurum. Görüşürüz

27 Mayıs 2016 Cuma

Neden mi düşünüyorum?

Merhaba

Mantığına güvenerek hareket eden insanlara hep imrenmişimdir. Ben hiç başaramadım. Hep kendimi kandırma gereksinimi duydum herhalde veya hislerime güvenip hareket etmeyi daha rahatlatıcı bulmuş olabilirim. Çünkü bu hayatta her şeyi mantıkla çözemiyoruz. Mantığa güvenerek hareket edersek o zaman hiç hata yapmama ihtimalimiz olabilirdi. Oysa hata yapmak, bilerek hata yapmak bile insanın doğasında hep vardı. Mesela sigara içmek mantıklı mı ? Değil. Ama kendimi kandırmak, sigaranın bir şeyleri değiştirdiğini sanmak bazı şeyleri daha az önemsememi sağlıyor. Buna da ihtiyacım var. Şimdi diyebilirsiniz nereden çıkartıyorsun bunları Bülent ?

Bundan önceki zamanlarda hep hareketlerimin ve karakterimin birbirine uyum sağlaması için çabalamam ile ilgili şeylere değinmiştim aslında.  Bu aralar ise düşüncelerimi belli bir mantığa oturtmaya çalışıyorum. Ara ara bunlara dair şeyleri gözlemleyebilirsiniz. Nasıl bir mantığa oturtmak istiyorum biliyor musun ? Her yaptığım, düşündüğüm yani her şeyimin inandığım şeyler olmasını istiyorum. Birisine hak verdiğimi söylüyorsam ona gerçekten inanıyor olmak istiyorum. Benden öncekiler düşünmüşler böyle olduğuna karar vermişler diye onu doğru kabul edip ona göre düşünmek istemiyorum. Anlıyorsun demi ?

Onlara, «Gelin Allah'ın indirdigi Kitab'a ve peygambere uyun» dendiginde, «Atalarımızı üzerinde buldugumuz yol bize yeter» derler; ya ataları bir sey bilmeyen ve dogru yolda olmayan kimseler idiyseler?

Maide suresi 103. Ayetini okuduğumdan beri her duyduğum şeyin neden olduğunu düşünmeye başladım. Ya gerçekten doğru bildiklerimiz yanlışlarsa? Bilmem kim şöyle yapmış bizde böyle yapalım o böyle demiş bizde böyle diyelim doğru kabul edelim diye bir mantık mı var ? Bundan kaç yüzyıl önce Dünya düz kabul ediliyordu. Herkes bunun doğru olduğuna inanıyordu. Ama şuan bakıyoruz bunun yalan olduğu apaçık. Şuan inandıklarımızın da gerçekten doğru olduğunu nereden bilebiliriz ? İleride belkide birisi çıkıp bütün her şeyi yerle bir edecek başka bir doğru ortaya koyacak ? Ben bu yüzden her şeyi doğru kabul etmeyi bırakıyorum artık. Ben herkesin yanılabileceğine defalarca tanık oldum. Sizde biraz düşünürseniz bu söylediklerimi, bana hak vereceksiniz umarım.

Neyse,
Her gün acaba ölseydim daha mı iyi olurdu ? Ölseydim ve cennete gitseydim acaba ne isterdim diye düşünüyorum.

Ölseydim daha mı iyi olurdu ?

Evet ölseydim daha iyi olurdu. İntihar edebilirdim belki ama gerçekten nasıl öleceğimi bile merak ediyorum. Şunu da söyliyim ölenler için üzülen insanları görünce üzülüyorum. Neden üzülüyorsun ? Öldü işte. Kurtuldu bu hayattan daha ne istiyorsun ? Bir sonra ki gün yine bu saçma insanların arasında ön yargıların yanılgıların yanlışların içinde boğulsun da izle diye mi yaşamasını istiyorsun ? Kendimize üzülelim ölenler benim inancıma göre şuan her şeyin doğru olduğu yerdeler adaleti merhameti bilgisi her şeyden daha üstün olanın yanındalar. Biz burada içi dışı yüreği bomboş olan yalanlara sımsıkı sarılmış insanlarla uğraşıyoruz. Güvenebileceğimiz bir adaletimiz yok, bazılarımızın annesi babası bile çocuklarına değer vermiyor. İşte bu yüzden ölseydim daha iyi olurdu. Ölene kadar da işte burada ölmeyi bekleyeceğim sizde beni okuyup kendi kendimi yiyişimi izleyeceksiniz J

Cennete gittiğimde ne isterdim ?

İlk olarak cennete gidince hurilerle sefalar süreceğini sanan arkadaşlar falan varsa onlara şimdiden geçmiş olsun diliyorum. Şuana kadar cennet hakkında okuduklarınız duyduklarınız aslında birer örnektir benzetmedir. Bazıları da bazı kişilerin kendi hayal dünyasında uydurdukları saçmalıktır. Cennete ne olduğunu gidersek göreceğiz bu yüzden kazanmak için çabalamak daha mantıklı. Çünkü diğer tarafta da cehennem var. Cehenneme gitmektense başka bir yere gitmek daha mantıklı olduğu için cehennemi hak etmemek için çabalamak daha iyi gibi değil mi ? Neyse, cennete gitseydim (bir ihtimal işte) ilk isteyeceğim şey ne olurdu ? Bunu çok düşündüm. Eğer gitseydim ilk isteyeceğim şey muhtemelen yanlış bildiklerimin doğruları olurdu. Neden mi ? Çünkü piskopatım. Kinciyim arkadaş ben. Yapılanı unutmam, birisi beni bir konuda yanıltıyorsa hangisinin doğru olduğunu öğrenmeyi hep isterim. Doğrusunu öğrenip “ Noldu la hani yanılıyordum bak böyleymiş” demek isterim. Haksızlığı sevmem, boş yere de beni küçümseyenleri hiç sevmem.

Burada bitiriyorum. Yazı çok uzamasın anlatacağım bir şey daha var onu diğer yazıda güzelce anlatıp rahatlamak istiyorum. Aklında şöyle bir soru olabilir. Neden mi anlatıp duruyorum bunları? Çünkü odamda düşünüp durmak kendimi yemek yerine belki benim gibi birisi daha bunları düşünür diye anlatıyorum. Tabi yanılıyor olabilirim anlattıklarımda. Normal yani bende insanım. Yeni bir din veya yeni bir kuram gibi bir şey ortaya atmak gibi düşüncem yok. Dediğim gibi benim gibi düşünen birileri vardır veya olur diye anlatıyorum size. Hatalı bulduğunuz bir yer olursa mesaj atın sosyal medya hesaplarımı etkin kullanıyorum çünkü işsizim. Kolay gelsin J

15 Mayıs 2016 Pazar

Problemlerimiz: Ön yargı - Ayrışma

Bu sefer tüm insanların ortak bir problemi olduğu bir şeye değinmek istiyorum.

Hepimiz nedendir bilinmez hep kolay olan şeylere meyil ederiz. Her istediğimiz şey hemen olsun kolayca ulaşayım diye çabalar dururuz. İşte bu yüzden aslında çok fazla yanlış olan şeyler hayatımıza doluşmuş ve kendimizi tembelleştirmişiz.

Mesela, futbol takımını desteklemek. Futbol aslında bir spordur dimi ? Spor neden yapılır ? İnsan sağlıklı yaşasın fazla olan enerjisini vücudundan atsın diye yapılır bunu herkes biliyor. İlk önce bireysel sporlar yapılırdı daha sonra takım sporları ortaya çıktı. Bununla beraber taraftar grubu da çıktı diye tahmin ediyorum. Taraftarlar aslında maç esnasında o sporu yapan kişileri desteklemeliydi. Ama birden takım tutmak gibi bir şey ortaya çıktı. İnsanlar tuttukları takımları sanki ailesini savunurmuş gibi her şeyini savunmaya başladılar. Hiç düşünmediler acaba bu sporu yapan insanlara ne yararım var diye. Birer holigan oldular farkında olmadan.
Mesela, insanlar siyasi partileri desteklediler. O anki durumlarına veya daha önceki icraatlerine bakarak oy vermeyi bıraktılar. Onun yerine o partileri sanki aynı futbol takımlarını tutuyormuş gibi tutmaya başladılar. Ne oldu ? Tuttukları/destekledikleri partinin her yaptığı icraat onlar için doğru bir iş olarak yorumlandı. Yine düşünmediler, bu insanlarda benim gibi birer insan onlar da hata yapabilir diye. Her yaptıklarını sanki tanrının bir hükmüymüş gibi kabul ettiler.
Mesela, insanlar Allah’a inandılar veya inanmadılar. Nasıl karar verdiler ? Yine büyük çoğunluk düşünmeden yine etrafındaki çoğunluğa bakarak Allah var veya yok dediler. Bu kadar insan inanıyorsa tabiki de vardır/yoktur gibi bir çıkarım yaptılar. Ne oldu ? İnandığını düşündüğü şey hakkında hiçbir şey bilmeyen veya duydukları kadarıyla bildikleriyle yetindiler.
Mesela, bir insana inandılar. Her ağzından çıkanı doğru kabul ettiler. Hiç düşünmeden her şeyini onayladılar. Ne oldu ? Kandırıldılar. Farkına bile varamadılar.

Sonra ne oldu ?
İnandıkları veya inanmadıkları şeyin içinde geçen bir görüşü desteklediler diye düşünceye hak veren insanları o görüşün içine kattılar. Bir maçta bir takımın kazanmasını isteyen bir insana sen bu takımlısın dediler. Bir partinin yaptığı şeyi destekleyen birisini görünce sen artık bu partilisin dediler. Hiç düşünmediler, hiç sormadılar o insana “Sen neden bunu destekledin?” “Nasıl bunun yararlı olduğuna karar verdin?” diye. Veya hiç sormadılar bu grubun içinde misin diye. Hemen yargılarını verdiler bir fikir duymaları yetti. Çünkü kendileri düşünmemişlerdi. Akıllarını kullanmadan o görüşü etrafındaki çoğunluğa yamanmak için kabul ettiler. Sonra da bunu alışkanlık haline getirdiler. İnsanları ayrıştırdılar, sınırlar koydular. Eğer o görüşü destekleyen birisi o görüşü eleştirince bu sefer o kişiyi hemen karşıt görüşün içine koydular. İnsanları sınırladılar, baskı kurdular, korkuttular, bir grubun içinde olması gerektirdiğine inandırdılar.

Ne yapmalıydık ?
Her zaman söylediğim gibi ilk önce aklımızı kullanmalıydık. Düşünüp sorgulamalıydık. Kendi düşüncemizi oluşturmalıydık. Çoğunluğu reddetmeliydik. Herkesin yanılabileceğini anlamalıydık. Bir takımın kazanmasını istemek için o takımı tutmamız gerekmemeliydi. Yapılan bir yatırımın/değişikliğin yararlı olduğunu başka bir yatırımın/değişikliğin zararlı olduğunu söylemek için bir parti görüşüne ait olmak gerekmemeliydi. Allah’ın varlığını/yokluğunu kendimiz düşünerek anlamalıydık. Çoğunluğa inanıpta kendimizi inanıyormuş gibi göstermemeliydik. Müslüman bir coğrafyada doğmasaydık yine Allah’a inanıp müslüman olur muyduk ? Mesela Japonya’da doğsak yine bulunduğumuz görüşün içinde olur muyduk ?

Neyse, demek istediğim şey aslında her zaman söylediğim gibi ön yargılardan kurtulmalıyız, düşünmeliyiz. Araştırıp, okumalıyız. Çok eksiğimiz var. Hepimizin. İnsanlar hakkında yorumda bulunmadan önce ilk önce kendimize bir bakmayı öğrenmeliyiz. Hepimiz aslında koala olduk farkında olmadan. O ağaca nasıl sarılıyorsa bizde ön yargılara öylece sarıldık hayatımız boyunca. Bu düşünceyi değiştirmeliyiz.

Son olarak söylemek istediğim bir şey daha var. Bu beni çok rahatsız eden bir düşünce. Şu son zamanlarda ortaya çıkan kadına yapılan tacizden, tecavüzlerden, kadın cinayetlerinden çok rahatsızım. Fakat kadınlarda erkeklere karşı bir ön yargı oluşmaya başladığını fark ettim. Arkadaş ben bir sokakta eğer bi kızla aynı yolda giderken rahatsız olmasın diye yolumu değiştiren veya yavaş yürüyen insanım. Bir gün birisi çıkıp bana böyle bir ithamda bulunursa acayip söverim, birkaç kendini bilmezin kafası sadece kadınları cinsel obje olarak görmesinden dolayı ön yargıya maruz kalmak istemiyorum. Çevremdeki insanlara duyurulur. Benim öyle şeylerle (sevgililik aşk sevgi gibi şeyler dahil) alakam yok. Boşuna böyle bir düşünceye girmeyin rica ediyorum. Evden çıktığımda birisi benden rahatsız olur mu acaba düşünmek istemiyorum açıkçası.


Yazılarım ile ilgili görüşleriniz olursa iletmekten çekinmeyin, rica ediyorum. Görüşürüz

Oysa yetiyordu bana

Oysa yetiyordu bana,
Çay koymak büyükçe bir bardağa.
Yakmak sigaramı,
Kapatmak gözlerimi karanlıkta.

Oysa yetiyordu bana,
Bir yılın her hangi bir vaktinde.
Bir mey sesinde düşünmek,
Memleketimi, insanlarımı.

Oysa yetiyordu bana,
Ne dündü ne bu gün
Her an nefes almak gibiydi
Kapatmak kapısını kalbimin.

Oysa yetiyordu bana
Sebep aramak yaşamak için,
O kadar içten gülmeseydin
Nasıl görebilirdim güneşin doğuşunu !

14 Mayıs 2016 Cumartesi

İnsanlar, Biz

Bazı günler o kadar anlamsız ki. Hatta çoğu gün. Uyanıyorum ama hiçbir zaman ayılamıyorum. Bütün gün boyunca boş boş bakıyorum etrafa. Hele bir de yağmur falan yağıyorsa çıkıyorum sokağa kendime gelmek ümidi ile ama ne fayda. Gram fayda etmiyor. İnsanlardan böyle günlerde daha da soğuyorum açıkçası.

Peki insan neydi ? 
Hep düşünmüşümdür bunu. Çevremdeki insanları gözlemlemek için bazen aralarında bulunuyorum. Konuştukları yıllar geçse de neredeyse aynı şeyler. Mekanlar değişiyor yüzler değişiyor ama hep birbirinin bir değişik versiyonu olan konulardan konuşuyorlar. Tolstoy’un anlattığı gerçek Hristiyanlık, bir çok insanın olması gerektiğini düşündüğü gerçek İslamiyet aklıma geliyor böyle günlerde. Çünkü benimde “Gerçek bir insan nasıl olmalıdır ?” diye düşündüğüm zamanlar oluyor böyle vakitler. İnsan tanımımı taşıyan insanlar arıyorum aslında.

Gerçek “İnsan” nasıl olmalıydı ?
Gerçek insan bana göre orijinal hallerinde ki 4 kutsal  kitapta anlatılan insandır. Mesela Kur’an’da anlatılan insan kavramı. Yetimi koruyan, açı doyuran, haklının hakkını savunan, aklını kullanıp sorgulayan, kötülük yapmaktan korkan, nefsine alet olmayan ve daha sıralayabileceğimiz bir sürü özelliği olan bir insan.

Ülkenin çoğunluğu sözde müslüman. Şu insan tanımına uyan bir tane insan bile zor buluruz. Ben bile değilimdir. Bahaneler arkasında saklanarak her şeyden kurtulduğumuzu, suçlardan sorumsuz olduğumuzu sanıyoruz. Herkes kendi yaptığından veya kendi yükümlülüklerinden sorumlu değil mi ? Bu dünyaya başka insanları kandırmaya mı geldik ? Hangi görüşü savunursanız savunun, ilk önce kendinizi o görüşe ait hissetmeye çalışırız başka insanların o görüşte olmasını önemsemeyiz. Ama mesele sorumluluklar olunca ilk önce başka insanların sorumluluklarını yerine getirmediğinden şikayetçi oluyoruz. İlk önce kendimizin neyi ne kadar layıkıyla yaptığımızı bile düşünmüyoruz.


Bütün problemler böyle bahanelerin arkasına saklanan insanlar yüzünden ortaya çıkmıyor mu ? Tabi ki de çıkıyor. Benim de dahil olduğum büyük çoğunluk, birilerinin işlerini yapmamasından şikayetçi değil miyiz ? Biz ne yapıyoruz ? Hiçbir şey. Sadece sızlanıp duruyoruz. Eğitim sistemi kötü diyoruz düzeltmeye çalışmıyoruz. İnsanlar kötü diyoruz ama onları iyilik yapmaya teşvik etmiyoruz. Asıl suçlular biziz aslında. Her şeyi biliyormuş gibi görünüp her konu hakkında yorum yapma yetkimiz/bilgimiz varmış gibi ahkam kesiyoruz. O aşağılık egolarımızdan kurtulmayı başarıp kendimize bakmayı başarabilirsek belki o zaman gerçekten iyi insanlar olarak yaşamaya hak kazanırız diye ümit etmekten başka bir seçenek göremiyorum.

Okumuşsanız yorumlarınızı iletin, lütfen.

7 Mayıs 2016 Cumartesi

Problemlerimiz: Sıradan insanlar arasında olmak için çabalamak

Ortalama her insanın günümüz Türkiye'sinde eğitimli olması için 12-16 yıl kadar okul okumuş olması gerekiyor. Peki ne için?

Ciddi anlamda üniversiteye başladığım zaman yani ilk gittiğim bölümü bırakıp başka bölümde başladığımda başıma gelen bir olay hiç aklımdan çıkmaz. Normal bir 1. Sınıf gibi ilk hafta okula giden sadece biz vardık. Hocalarda bölümü tanıtmak için ders işlemeyip sohbet ediyordu. O zamandan sonra takdir ettiğim bir hocam şunu söyledi. “Buradan mezun olunca iş bulmak için burada değilsiniz. Şu ana kadar öğrendiklerinizi daha da geliştirmek ve daha fazla şey öğretmek için üniversite vardır. Üniversite sizi iş sahibi yapmaz sadece size daha fazla bilgi öğretir.” Daha sonra sınıfımda çoğu kişiye ne olmak istediklerini sorduklarında çoğunluk öğretmen olmak istediğini söylemişti. Yani 16 sene okul okuyup lisedeki çocuklara önceden bulunmuş hatta çoğu çağ dışı kalmış bilgileri aktarmayı amaç edinmişler. Öğretmen olmak güzel bir şey. Ancak bizim ülkemizin öğretmen eksikliği mi var? Bizim ülkemizin araştıran, fikir üreten bilim insanlarına ihtiyacı var. Gelişmemiz için asıl önemli olan şey araştırmak ve üretmektir. Bu alanda çok fazla eksiğimiz olduğu apaçık.

Hocamın söylediği şey üniversiteye başlarken aklımda olan fikrin tamamını yansıtıyordu. İş bulmak para kazanmak gibi bir derdim hiç olmadı. Bir çok kez çalışıp para kazanmaya çalıştım. Açıkçası bir haftadan fazla tahammül edebildiğim yer şimdiye kadar da olmadı. Bu arada öyle zengin bir ailenin çocuğu falan değilim beni tanıyanlar bilir. Orta gelirli bir ailenin çocuğu olarak yaşıyorum. İmkanlarım kısıtlı, herkesin yüzleştiği problemler bizim ailemizde de var. Bundan şikayetçi de değiliz. İleride para kazanmam gerektiğini de  biliyorum. Ama sıradan insan olarak sıradan işler yapıp birkaç lira para kazanmak beni mutlu etmez. Dünyaya bu yüzden mi geldim yani ? Bir yerde 8-5 çalışayım üç beş kuruş para kazanayım sonra gidip eve uyuyayım sonra yine aynı muhabbetler devam etsin. Bu mu istediğimiz hayat ? Herkes memur olmak istiyor. Bazıları işçi olup patronların kararlaştırdığı insanlık dışı çalışma saatlerinde yaşamaya çalışıyorlar. O veya bu şekilde para kazanıp vakitleri geçiyor. Hemde yaptıkları işten mutlu olmadan. Neyse.

Herkes memur işçi vb. işlerle uğraşırsa nasıl gelişeceğiz? Sadece Türkiye için değil Dünya için bile bu böyle. Bankalar insanları soyuyor, devlet gerektiğinden fazla vergi topluyor, çalışanların hakları yok, insanlar bıkmış ve tükenmiş halde. Kimse nasıl bir şeyler üretirim insanlığı daha ileriye götürürüm diye düşünmüyor. Herkes kendisini ailesini düşünüyor, gününü kurtarma derdinde. Farkında olmadan yok oluyoruz. Tek hedefimiz evimiz olsun arabamız olsun evleneyim yuva kurayım gibi tamamen maddiyata dayalı şeyler. Evlenmek bile maddi bir şey aslında. Evlenip çocuk sahibi olayım iyi bir eşim olsun mutlu olurum diye düşünülüyor. Ama hiç şunu düşünmüyorlar “Çocuğum olunca onu hangi bilgiyle nasıl eğitebilirim?” Arkadaş senin daha kendi düşüncen yok, fikrin yok. Herkesin düşündüğü, yaptığı şeyleri yapıyorsun. Bunları mı aktaracaksın çocuğuna? Onu da büyüteceksin sonra sıradan bir iş yapması için  çabalayacaksın. Sıradan insan üreteceksin.
“Ben çalışayım iyi imkanlar sunayım çocuklarıma onlar büyük insan olur” diye bir saçmalık ortalıkta dolaşıyor. İlk önce kendini geliştireceksin. İlk önce kendin okuyacaksın, düşüneceksin. Kendi karakterini bile oturtmadan çocuklarının veya çevrendekilerin iyi insan olmasını bekleyemezsin. Bu ülkede 80 milyon insan var. Herkes bir fikir üretse, herkes bir kitap okusa, herkes bir makale yazsa, herkes bir kitap yazsa, herkes bir yeni buluş yapsa seksener milyon birikimimiz olur. İşte o zaman atalarımıza layık torunlar olabiliriz. “Dünyaya hükmeden devletler kuran ecdadın torunlarıyız” diye ortalıkta dolaşıyoruz. Ama onlara layık olmak için hiçbir şey yapmıyoruz. İnsanlara her şeyden fazla değer veren ataların torunları kendisini kurtarmak için kendi vatanının insanını küçük düşürüyor, suçluyor, eziyor, hor görüyor. Neden? Öldüğünde, bir günden daha az yaşadığını fark edeceği şu hayat için.  Şuan 22 yıl yaşadım. Nasıl geçti? İlk hatırladığım şeyler bile sanki dün yaşanmış gibi. Bu kadar hızlı geçen bir hayat için birbirimize yapmadığımız kalmıyor. Ne için? Hiç uğruna.

Demek istediklerimi özetleyip bitiriyorum.
Şu değersiz, nasıl geçtiğini anlamadığımız hayatta sıradan bir insan olmak için çabalamayı bırakmalıyız artık. Birazcık da olsa düşünmeliyiz. Araştırmalıyız. İlk önce kendimizi sonra da etrafımızdaki insanları aydınlatmaya çalışmalıyız. Hiçbir zaman “Her şeyi biliyorum veya çok şey biliyorum” diye övünmeden yeni bir şeyler bulmak ve üretmek için çabalamalıyız. Bırakın sıradan insanlar zaten her zaman olacak. Biz farklı olalım. Biz çabalayalım insanlar için. Bir şeye inanırken ilk önce onu sorgulamayı öğrenmeliyiz. Bu dünyada sorgulanamayacak bir şey yok. Eğer bir tanrıya bile inanıyorsak ilk önce onun gerçekten tanrı olduğunu sorgulayıp buna inanmamız gerekiyor. Yoksa sıradan inançlı gözüken ama aslında inandıkları şey hakkında etrafta konuşulan şeyler dışında hiçbir şey bilmeyen insanlardan oluruz. İnsanların iyi dedikleri, insanların bizim önümüze koyduğu yolları değil kendi doğrularımızı, hedeflerimizi, istediğimiz hayatı kendimiz yapmaya çalışmalıyız. Bir şeyi ne kadar çok insan söylüyorsa onu doğru kabul etmemeliyiz. Herkes yanılabilir. Biz düşünüp sorgulayıp kendi fikirlerimizi üretmeye başlamalıyız artık.


İnsanlık için ümidim hala devam ediyor. İnşallah bir gün yok olduğumuzu anlayabiliriz. Görüşürüz. Yorumlarınızı iletirseniz sevinirim.

28 Nisan 2016 Perşembe

Birkaç soru, cevap ve düşüncem

  Anlamakta güçlük çekiyorum artık.
Normalde öyle umutsuzluğa düşen birisi değilimdir. Kendi kendime terapi yapabilen kendimi tutabilen birisiyim.
Bazen benimde herkesten az olmasına rağmen hayattan ümidimin kesildiği zamanlar oluyor. Yine böyle bir zamandayım.
Bu blogu kendimi belki biraz anlatırım rahatlarım diye açtığım için de böyle bir zamanda ilk yazımı yazma gereksinimi duydum.

   Kafamı kurcalayıp duran sorular var. Ne kadar düşünsem de "cevabını bile bilip kendime itiraf etmekten korkuyorum" gibi bir düşünce ile kendimi sorguluyorum.
Cevabını biliyorumdur belki ama bu cevap gerçekten çok acımasız. Ben bu kadar acı bir cevabı kabul etmek istemiyorum.
Şimdi şu soruları biraz beraber düşünelim.

  1) Gerçek mutluluk mümkün müdür ? Sürekli mutlu olursak veya kendimizi böyle kandırırsak ne olur ?
  - Gerçek mutluluk belki mümkündür. Bunu ispatlayamam, fakat buna inancım sürüyor ne kadar bunu ret ediyor olsam da bu böyle galiba.
  - Gerçek mutluluk nedir peki ?
   Gerçek mutluluk sürekli gülüyor olmak neşeli olmak gibi saçmalıklar değildir. Gerçek mutluluk kendini sürekli huzurlu hissetmektir.
    Eğer huzurluysanız veya kendinizi mutlu olarak düşünüyorsanız, o düşüncenin içindeyken "ulan şimdi bir şey olup da bunlar bozulur" diye düşünüyorsan kusura bakma kardeşim o  mutluluk falan değildir. Sadece kendini kısa bir süreliğine kandırıyorsundur. Kesinlikle bir şey olup o mutluluk tanımın bozulacaktır bundan emin olabilirsin. Gerçekler acıdır. Aslında bu kendini kandırmaktır ergenliğin yıllar boyunca üzerinde bıraktığı bir etkidir. Biraz olgunluk gösterip bunu kabul etmelisin. Akıl ve mantığını her zaman ön plana koymaya başlarsan böyle saçma bir şeyden dolayı canın yanmaz, en azından böyle düşünüyorum.
  - Kendini kusursuz mutluluk içinde olduğunu düşünüyorsan veya mutluluk diye duygularının kendini kandırmasına göz yumuyorsan, bunu çok uzun süre devam ettirirsen olacak şeyler bellidir. Sürekli mutlu olursan ve bunu erken bir yaşta yakaladıysan hayattan büyük bir dersi kaçırmış olman mümkündür. Çünkü mutsuzluk, acı, üzüntü gibi şeyler insanı kendine getiren en büyük etkenlerdendir. İnsan kendisini güçlü hissederken mutluyken vb. “iyi” diye tanımladığın durumların içindeyken kendisini kusursuz olduğunu düşünür. Kendini geliştirmeyi bırakır, ama hala kendini geliştirdiğini düşünüp aslında olduğu yerde dönüp durur. Aslında olduğu yerde dönüp durması bir bakıma iyidir. Asıl kötü olan şey ise kendini geliştirdiğini düşünüp aşağıya doğru gitmesidir. Bu yüzden acı üzüntü gibi şeyleri yaşamak bazen kendimize yaptığımız bir iyilik bile olabilir. Çünkü insan kendisinin ne durumda olmasını analiz etmesi  için gerçekten önemli birer dönüm noktasıdır. Mesela çok sevdiğiniz birisi size ihanet ederse veya sevdiğiniz birisi sizi terk ederse “Nerede yanlış yaptım? Neden böyle oldu? ” gibi sorular sormaya başlarsınız doğal olarak. Bu da kendinize bakmaya başladığınızın bir göstergesidir. Eğer bu durumdan kaçarsanız kendinize geçici bahaneler üretirseniz emin olun ki bir gün o ertelediğiniz problem insana toplu halde sunuluyor. Tam kafayı kırmalık bir durum ortaya çıkıyor. Çoğu kişi bunu atlatamayıp antidepresana, alkole, uyuşturucuya başlıyor veya gidiyor intihar ediyor. Bu yüzden sorunları biriktirmeden çözmeye çalışmak en iyisi gibi duruyor. Bana gelirsek, ben biriktirdim ve şuan onun cezasını çekiyorum. Hala çözümü bekleyen çok fazla sorunum var. Bundan şikayetçi değilim bu sayede güçlendiğimin farkındayım en azından.

  2) Nerede yanlış yaptım ? Neden böyle oldu ?

  - Bu sorumun aslında bir çok cevabı var. Hangi tarafından bakarsam bakayım yine çıkmaza girdiğimi fark ettim. İlk olarak nerede yanlış yaptım diye düşündüm. Eğer yanlış yaptıkça hayat bizim yaşamımızda bu yanlışların bedellerini ödetiyorsa ilk başta zaten yanlışsız doğmadık mı ? Burada ki “yanlış” kavramım “ günah “ kavramıyla bir ilgisi yoktur belirteyim. Demek ki ilk başta nefsimize, duygularımıza veya hırsımıza mağlup olup yanlış bir şey yaptık. Bunun cezası da sürekli tekrar eden yanlışlar ve yanlışların bedelleri olarak bir döngüye girdi. İlk yaptığımız yanlışın bedelini öderken buna katlanamayıp kabul etmeyip bir yanlış daha yaptık sonra onun bedelini öderken bir yanlış daha böyle devam etti durdu. Peki yanlış yapmayı bırakamaz mıyız ? Olabilir, ama bu çok zor bir ihtimal. Bunun için duygularımızı hırsımızı ve nefsimizi durdurmalıyız. Bu da çok zor bir ihtimal. Aristonun söylediği gibi “ İnsan düşünen bir hayvandır.” bu yüzden düşündüğümüz sürece duygularımızın olduğu kaçınılmaz. Duygularımızdan vazgeçmemiz söz konusu bile değildir. Ama duygularımıza kapılıp da saçma saçma işler yapmanın bir mantığı yok. Bunu unutmayalım. Hırsımızı ve nefsimizi terbiye etmek zor olsa da imkansız değildir. Yaşadığımız “kötü” olan şeylerden çıkardığımız dersler ile aklımızı ve mantığımızın da yardımıyla bunu başarabiliriz. Eğer yaşadığımız kötü şeylerden dolayı bir isyan haline tutuşursak o zaman daha büyük bir çıkmaza ve soruna yol açtığımız apaçıktır. Biraz mantıklı davranıp “böyle şeyleri veya buna benzer şeyleri herkes yaşar” diye düşünürsek kendimize bir çıkış yolu sunmuş oluruz. Daha sonra kendimizce bulduğumuz yolda mücadele etmeye başlarsak bu sorunun üzerinden gelebiliriz. Ben gelebildim mi ? Pek sayılmaz. Ama bunu benim kendimce bulduğum bir varsayım olarak buraya bırakıyorum.
“Ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa ?”

   Nerede yanlış yaptım sorusunun bir cevabı daha var aslında. Eğer tanrıya inanıyorsanız, bu dünyada yaşamamızın bir sebebi olmalı. Bu çok daha derin işleyeceğim bir konu sonra bunu da anlatıcam. Ama kısaca Dünya’ya bir sınav mantığıyla geldiğimizi düşünelim, sınav olması için bazı sorular olması gerekir. İşte bu sorular aslında hayatımızda beğenmediğimiz veya beğendiğimiz şeylerdir. Aslında yanlış diye bir şey yoktur diye düşünebiliriz. Bu yanlışların hepsi bizim nasıl cevaplayacağımızın merak edildiği birer soruysa o zaman buna imanımızın sağlamlığına göre birer cevap bulup soruyu cevaplarız. Bu da bir başka varsayımımdır.

  - Neden böyle oldu ? O kadar kötü birisi miyim ki sürekli bir sorunla karşılaşıyorum? Bilmiyorum, bu çok düşündüğüm şeylerden aslında. Zamanında kendimi çok kusursuz görüyordum. Çocukluğumdan beri bu böyleydi. Kendime güvenim, kusursuz olduğum düşüncesi içinde yaşamımı sürdürüyordum. Belki de “Demek bu kadar kendine güveniyorsun o zaman hadi bakalım bunlarla nasıl başa çıkacaksın.” Diyerek hayat sıraladı dertleri arka arkaya. Belki ilk derdimi başka bir dert oraya çıkartarak geçici çözüm bulduğum için bu kadar şey arka arkaya gelmiş olabilir. Ama sonunda kendimi biraz düşünme fırsatım oldu diyebilirim. Bundan birkaç yıl önce yine dertlerden başımı kaldıramayacak hatta yolda yürüyemeyecek duruma geldiğim bir zamanda oturup adam akıllı düşünmeye başladım. Her şey gerçekten zor gelmeye başlamıştı. Zor ve anlamsız. Bu kadar sıkıntının nedenin kendim olduğumu fark etmiştim. Hiç sevmediğim bir insana dönüşmüştüm. Kendimden iğrendim. Çevremdekilerin uzun zaman önce benden ümitlerini kesmiş olduklarını gördüm. Her gördüğüm gerçek beni biraz daha bataklığa sürüklüyordu. Ben de buna izin veriyordum. Bu kadar alçalmış birisi olduğumu nasıl daha önce fark edemedim diye kendimi suçluyordum. Sonra büyük bir kumar oynadım belki de hayatımın dönüm noktasıydı. Ya bu soruna da geçici bir çözüm bulacaktım ya da bu işi tamamen bitirecektim. Ben her şeyi bitirmeyi seçtim. Kendimi test etmeye başladım. Acaba ne kadar yok olabilirim yaşayarak bu dünya da? Bunu yapacaktım. Yaşarken yok olacaktım. Mümkün olup olmaması umurumda bile değildi. İntiharı bir seçenek olarak bile görmedim. Bu yüzden hayatla savaşacaktım. Çünkü benim karakterimde hayat görüşümde vazgeçmek diye bir seçenek yoktu. Kendimi kapalı bir kutu haline getirmek için çok çabaladım. Arkadaşlarımı azalttım alışkanlıklarımı değiştirdim ve daha bir çok şey yaptım. Belki yine yanlışlarım oldu ama onlarında bedellerini ödedim bu dönemde. Daha sonra yok olabildiğim en son sınıra ulaştığımı fark ettim. Çok yorucu bir işti. Artık hayata tekrar başlamalıydım. Ama bu kadar zamandan sonra tekrar yaşamak “var olmak” gerçekten de zordu. Bir çok kez denedim. Başaramadım, başaramadığımı gördükçe umutsuzluğum biraz daha arttı denebilir. Bende vazgeçtim. Hayır, vazgeçmek değildi bu. Sadece hayatın ne yapmak istediğini anlamaya çalışmaya başladım. Acaba beni nasıl bir yola sokacağını merak ediyordum. Bekledim, ben bekledikçe hayat bekledi. Zaman akıp gidiyordu. Tekrar çabalamak istedim ama enerji bulamadım. Aslında anlattığım şuan ki “bendim”, yaşamaya siz insanların ortaya attığı sebeplerden yoksun olan bir ben. Elbette sebeplerim var ama ortaya atılan  sıradan sebeplerinizle hiç alakası olmayan sebepler bunlar..

  Ve artık bitirme vakti geldi. 


Bu yazı ile “amatörce” olan blog yazarlığıma başlamış bulunduğumu bildiriyorum. Aklımda ki soruların ve cevapların hepsi bu kadar değil elbette ilerleyen zamanlarda bunları belki tekrar yazarım. Biraz hayata karşı bakış açımı, biraz geçmişimi, düşüncelerimi, fikirlerimi ve tavsiyelerimi barındırdığım bir yazı oldu. Yazıyı yazdığım saat biraz sizin değiminizle “sabaha karşı” olduğu için aksaklıklar hatalar olmuş olabilir. Şimdiden bunlar için kusura bakmayın. Şimdilik burada bitiriyorum, tekrar görüşelim.

- Bülent B.