“Toplumların
gelecek idealini sürekli olarak yeniden inşa eden gençliktir. Gençliğin yeni
ufuklara doğru ilerlemek amacıyla milli ülküler edinmesi ise toplumun
geleceğini garanti altına alır. Gençliğin milli ülküleri benimsemesi için de
yol göstericilerin, aydınların ve liderlerin milli düşüncelere yönelik politika
ve gayeleri olmalıdır. Bu yol göstericiler, gençliğin bir arada toplanması için
milli ülküleri en doğru biçimde özümsemelerini sağlayacak oluşumları ve
yapılanmaları kurmalıdırlar. Ancak bu sayede toplumun geleceği olan gençler
milli ülküler ile donanır ve toplumu en iyi şekilde daha ileriye götürür.”
Yukarıdaki
paragraf Ülkü Ocaklarının biz kimiz bölümünün başında geçiyordu. Biraz bu
paragraf ile “ülkücü” gençlerin durumlarına değinmem gerekiyor artık. Yeterince
gözlem yaptığımı düşünüyorum.
Paragrafta
sürekli vurgu yapılan nokta Ülkücü gençlerin sürekli olarak ilerlemeyi hedef
edinmesiydi. Bu ise bir lider, yol gösterici ve aydınlar tarafından
yapılmasının gerekliliğine değinilmiştir. Burada iki sorun var. Birincisi,
yol gösterici kişiler ne kadar ilerleme taraftarıdır? Bu her toplulukta olan
bir sorun aslında. Güçlü denetim mekanizması olmazsa yani denetim mekanizması
görevini yerine getirmez veya işin ehli olmayanlar tarafından ele geçirilip sorunlar
görmezden gelinmeye başlanmışsa ilerleme diye bir şeyden söz edebilir miyiz? Yol
gösterici olacak kişiler, ilerleme hedeflerini doğru koymaları ve ilerleme
yöntemlerini yani liderlik yaptığı kişilere ilerlemeyi nasıl başaracaklarını ve
bunu yapmaları için gerekli gayreti ve morali sağlaması gerekmektedir. Önceki
cümlemde anlatmak istediğim, yol gösterdikleri kişilere ilerleme için gayreti
aşılamaları ve vasıfsızlıkları gidermeleri gerektiğidir. Eğer vasıfsızlık gösteren,
görev bilincini kabul etmeyen insanlar var ise onları bir an önce tasfiye edip
hedeflerine uygun kişiler ile yollarına devam etmelidirler. Ülkü, gevşekliği ve
vasıfsızlığı kabul etmez. Eğer bir insan içinden geldiği için değil de
mecburiyetten bu yolda duruyorsa derhal o yoldan dönüp hem kendisini hem de
içinde bulunduğu teşkilatını zor durumda bırakmamalıdır. Yol göstericilik,
Ülkücülüğün temel taşlarından olduğu başlangıçta paylaştığım paragrafta
anlatılmıştır. Eğer yol gösteremeyecekseniz ve sadece durumu idare etmek için
çabalıyorsanız emin olmalısınız ki sizin bu durumunuzu gören insanlar sizinle
aynı yolda devam etmek istemeyeceklerdir. Ülküye zarar vermekten korkan
ülkücüye canımı veririm, ancak ülküyü kendi menfaatleri için kullanan birisine düşman
olmayı dahi kendime hakaret sayarım.
İkinci
sorun ise,
bir teşkilatta bulunan kişilerin ilerlemeyi kendilerine sadece “sözde” hedef
edinmesidir. Laf ile peynir gemisi yürümez ve az laf çok iş yapmak gerekir.
Ülkücü dediğimiz birey hangi mevkide olursa olsun görevlerini eksiksiz yerine
getirmeli, ilerlemeyi hedefleyen her şeyi elde etmek için canla başla çalışmalı
ve kendilerine yol gösteren kişileri de bu yolda ilerlemesi için teşvik
etmelidir. Eğer bunları yapmayan ve yapmaya cesareti olmayan insanlardansanız
bu eksiklerinizi gidermelisiniz. Bunları da yapamayacaksanız, Ülküye zarar
vermemek için kendinize yeni bir yol çizmelisiniz. Bir ülkücü her zaman her
şeyi sorgulayabilmeli, kendisine uygun olan yolları keşfetmeli ve sadece bu dava
için çalışmalıdır. İnsanlar bu davanın kendilerini yukarılara taşımasını
bekliyor. Hayır, böyle bir şey mümkün değildir. Her birey davasını yukarıya
taşıdığı kadar kendisini yukarıya taşır. “Bizim hedeflerimize onların hayalleri
dahi ulaşamaz” diye bir laf vardır bilirsiniz. Davanızı ne kadar yukarıya
taşırsanız ve ne kadar ilerlerseniz kendiniz de davaya hizmet ettiğiniz
derecede yükselirsiniz. Ülkücülükte ve teşkilatta bulunanların bilmesi gereken
en önemli hususlardan birisi de bulunduğunuz makamın (lider veya tebaa) az veya
çok getirisinin olmamasıdır. Şunu söylemek istiyorum, hangi makamda
bulunursanız bulunun eğer siz bir şeyi başarmak istiyorsanız makamınızın bir
önemi yoktur. Makamların dava nazarında bir artısı yoktur. Önemli olan
kendisini bu yola adamak, hizmet etmek ve etrafındaki yoldaşlarının da aynı
hedefe yürümesi için bilinçlendirmektir.
-
Peki, bu bilinçlendirme nasıl olmalıdır?
Birinci
kural, bilinçlenmeyi
kabullenmeyen ve isteksiz olan insanlarla boş vakit harcamamak gerekmektedir. O
kişiler demek ki sizinle aynı düşüncede değiller ve sizinle birlikte olmasına
gerek yoktur. Bilinçlenmeyi isteyen yani istekli insanlar önceliklidir.
İkinci
kural, tek
alana bağlı kalınmamalıdır. Mesela bir insana sürekli olarak dava ile ilgili
bilgiler verirseniz bu kişinin isteği düşecektir. Gelişme tek yönlü değildir.
Hem davaya ait bilgiler hem de farklı alanlardaki bilgiler öğretilmelidir.
Mesela, dava ile ilgili bir konunun yanında insanın farkındalığını artıracak
bilgiler verilerek seminerler çok yönlü olmalıdır. Boş muhabbetlere gerek
yoktur. Siyaset, futbol, magazin vb. konular ülkücü bireye bir şey
kazandırmamaktadır.
Üçüncü
kural, farklı
anlatım tarzlarıyla ve farklı yerlerde seminerler yapılmalıdır. Sürekli olarak
bir kişi size bir şey aynı şekilde anlatırsa o kişiye karşı oluşacak düşünceler
öğrenmeleri azaltır. Aynı yerde yapılan öğrenmeler de verimliliği düşürür.
Bulunduğunuz ortam konunun dışına çıkacak etkilerden sıyrılmış bir yer
olmalıdır.
Dördüncü
kural,
kişiler kendileri de öğrenmelerine ve bilinçlenmelerine devam etmelidir. Yani
sadece belli bir yer ve zamanla bilinçlendirme yapılamaz. Bilinçlendirmek istediğiniz
kişi ayırabildiği zamanını düzgün kullanarak bilinçlenmeye çabalamalıdır.
Beşinci
kural,
bilinçlendirme yaptığınız kişilerin düşüncelerine de değer vermelisiniz. Ayrıca
kişileri iyi takip etmelisiniz. Lafla peynir gemisi yürümez demiştim az önce, işte
kişiler söylediklerinizi yaptığını söyleyip sizi geçiştiriyor olabilir.
Konuların takipçisi olmalı ve geri dönüt alarak bilinçlenip
bilinçlenmediklerini kontrol etmelisiniz.
Dokuz
Işık doktrinin maddelerinden birisi bilindiği gibi İlimciliktir. Bu maddeyi göz
ardı ettiğiniz durumda teşkilatlar kıraathanelerin kahvehaneye dönmesi gibi bir
değişim gerçekleştirecektir. Ülkücülüğün bana ve birçok kişiye göre temeli
ilimdir. Atatürk’ün de söylediği gibi: “Hayattaki en hakiki mürşit ilimdir,
fendir.” Bilinçlenme ve bilgilenmenin olmadığı yapılarda ilerleme diye bir şeyden
söz edilemez. İlerleme olmaz ise davaya hizmetten söz edilemez. Bir ülkücünün
ana gayesi bilinçlenmek, bilgilenmek ve bunları aktarmak olmalıdır. Artık devir
değişti, sokaklarda bağırıp çağırıp eylem yaparak bir yere varılamıyor. Önemli
olan düşüncelerdir ve söylemlerdir. Ne kadar fazla fikir ortaya koyuyorsanız o
derece davanıza hizmet ediyorsunuzdur.
İçinde
bulunmaktan mutluluk, cesaret, onur ve gurur duyduğum davamı yere düşürmeye
çalışan kim olursa olsun karşında durmaktan tereddüt etmediğim gibi davamı
yükseltmek için elimden gelen her şeyi yapmaktan da mutluluk duyuyorum. Benim
gibi düşünen ve söylediklerimdeki haklılık payını fark eden herkese teşekkür
ediyorum. Daha önce yazdığım bir söz ile yazımı sonlandırıyorum.
“Türklük bilincini, İslam
ahlakıyla birleştirerek, Çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşıp bunu aşarak
tüm Türk milletine ve insanlara önderlik yaparak Dünya üzerindeki haksızlık,
adaletsizlik, merhametsizlik, vicdansızlık, cahillik ve vahşiliği bitirmek en
asli görevimizdir.” -Bülent B.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder