Yazıya
başlamadan önce travma ve sarsıntı kelimelerinin anlamlarını vereceğim, daha
sonra yazının içinde belli başlı yerlerde kendi travma ve sarsıntı terimlerine
yüklediğim anlam üzerinden devam edeceğim.
Travma:
1. 1.
isim, ruh bilimi Sarsıntı
2.
tıp (***) Bir doku veya organın yapısını, biçimini bozan ve dıştan mekanik
bir tepki sonucu oluşan yerel yara, örselenme
Sarsıntı:
1. isim Sarsılma işi, birden sallanma
2.Titreme,
titreyiş
3.
Deprem
4.
Deprem sırasındaki yer hareketlerinin her biri
5.
Bir kişi, toplum, kurum veya kuruluşun dengesini etkileyen, beklenmedik olumsuz
değişiklik
6.
Ruh bilimi, Canlı üzerinde beden ve ruh açısından önemli ve etkili
yaralanma belirtileri bırakan durum, sadme, travma.
Şimdi
çayımı koyup geldim, neden böyle başladığımı açıklayayım. Burada beni takip
eden kişilere sadece kuru kuru kendi düşüncelerimi aktarmayı biraz kendime
yakıştıramadım. Mesela şuan beni takip eden veya bu yazıyı okuyan insanlar travma ve
sarsıntı kelimelerinin anlamlarını ve kullanılması gereken kelimenin “sarsıntı”
kelimesi olduğunu öğrenmiş oldu. Benim gibi bu dili kullanan insanlara,
dilimizin yeterli olduğunu öğretme çabalarımdan biriydi.
Travma
kelimesini her duyduğumda aklıma hemen trajedi gelir, ardından Romeo ve Juliet.
Bir türlü ısınamadım bu kavramlara, hep bir eksiklik olarak kaldı içimde. Bir
isyan ve başkaldırı isteğiyle dolup taşıyorum aslında her seferinde. Benim
gözümde travma, bir olay o an olup bitiyorsa ve bunun sonucunda bir trajedi
yaşanıyorsa o zaman anlam taşıyor. Mesela çok ani bir sinir patlaması yaratan
olaydan sonra eğer o öfke dışa vuruyorsa işte o zaman bu bir travmadır. Çünkü
dışarı vurduğu andan itibaren trajedi yaşanma olasılığı büyük potansiyel
gösterir. Yaşanılan travma sıcaklığını gösterdiği zaman içerisinde trajediye
yol açmalıdır ki o zaman anlayabilirim ben onun travma olduğunu. Böyle şeyler
hızlı yaşayan toplumların bireylerinde görülüyor genelde. Asi kişiler, -belki
çoğunluğu çocuklar olabilir- bir travma sonrası ortalığı kırıp döküyorsa,
ağlıyorsa veya travmayı atlatana kadar bağırıyorsa işte o zaman trajedi
yaşanıyordur. Bu benim gözümde bir travmadır. Ayrıca trajedi sözcüğünün
Türkçesi de “ağlatı” olarak kullanılmalıdır.
Sarsıntı
dediğim kavram ise benim düşünce dünyamda çok ayrı yere sahiptir. Sarsıntı
dediğim şey öyle etkisini hemen göstermez. Bizim buralarda çok sinirli olan
birisine veya bir hışımla alelacele karar verecek birisine “dur önce otur şöyle
bir soluklan sonra sakin kafayla yaparsın ne yapacaksan” derler, işte o oturup
sakinleştiğimizi sandığımız andan itibaren o sarsıntı etkisini göstermeye
başlayacaktır. Kırıp dökerek, öyle hemen belli olacak şekilde dışa vurumu
olmayan şeyler benim için sarsıntıdır. Son söylediğim biraz karmaşık veya
anlamsız oldu farkındayım, açıklayayım. Mesela, bir çocuğun babasını birileri
öldürdü diyelim. Çocuk üzüldü falan belki ama öyle büyük bir tepki göstermedi
ilk zamanlarda. Yıllar geçtikçe çocuk babasını öldürenlerin belli özelliklerini
taşıyan herkese bir ön yargı göstererek nefret ediyorsa, babasının yokluğunu
bir sürü sembollerin altında gizleyerek anlatmaya çalışıyorsa işte bu bir
sarsıntıdır benim için. Bunu daha iyi anlamak için Peyami Safa’nın hayatına ve
eserlerine bakmak yeterli olur diye düşünüyorum. Ben böyle anlamıştım. (Ben
anlamışsam herkes rahatça anlar gibi bir hava var dimi? hehehe) İşte sarsıntı
kavramı benim düşünceme göre böyle bir anlam taşıyor.
Travmadan
sarsıntıya dedim ama günümüzde sekülerleşen ve anı yaşa felsefesine doğru
itilen insanlar, sarsıntılardan travmalara doğru gidiyor gibi duruyor değil mi?
“Eğer sinirlendiysen, üzüldüysen veya hırslıysan hemen duygularını belli et
sonra geç kalacaksın.” Düşüncesi insanların bilinçaltlarına kadar işlenmeye
çalışıyor ve insanlar buna göre davranıyor gibi görünebilir. Aslında farkına varırsanız,
insanlar tam sekülerizmi benimseyemediler ve sekülerizmden de uzaklaşamıyor. Bu
durum anı yaşa felsefesine yakınlaştırsa da, kendisini o felsefeye tam ait
hissedemeyen potansiyel sekülerizm kurbanları, her yaşadığı travmayı
bilinçsizce sarsıntıya çevirmeye başlıyor. Çünkü anı yaşamayı henüz tam kabul
edememiş bireyler, yapacaklarının doğruluğunu ve yanlışlığını sorguluyor,
ölünce tekrar dirileceği bilgisi bulunan bilinçaltları tarafından da baskıya
uğrayarak kararsızlaşıyor. Yaşanılan travmayı, normal olarak sarsıntıya
çeviriyor. Çünkü olay sıcaklığında patlayamayan duygularını bir şekilde dışarı
atmalı aksi halde daha çok zarar göreceğini ön görüyor. İşte günümüzün
insanının büyük çıkmazlarından birisi de budur.
Anlatmaya
çalıştığım şeyi anladığınızı varsayarak, tekrar görüşmek üzere diyorum. J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder