Öncelikle
uyarayım eğer vaktiniz yoksa daha sonra okuyunuz. Biraz uzun bir yazı olacak,
öyle tahmin ediyorum. Sıkılabilirsiniz ama çok şey fark edebilirsiniz. Bilgi
düzeyinize bağlı bir durum bu söylediğim.
Geçen
gün derste geleneksel yaşamın bireysel yaşama doğru değişimi üzerine
konuşulurken aklıma gelen bir konuydu. Konuyu birazdan anlatacağım
olaylarla ilişkilendirdim. Böyle de konunun yazılma vesilesini belirtmiş
olayım.
Konumuz
demokrasi ve demokrasinin Türkiye’de oluşumu, alt yapısı ve etkileridir. Demokrasinin
tüm Dünya’da ortaya çıkışı bana göre derebeyliklerin yıkılması ile başlar.
Şimdi ne alaka diyebilirsiniz. Şu sebepten ortaya çıkış sebebidir:
Derebeylikler yıkılınca, mevcut derebeyleri yani lordlar bir kralın buyruğu
altında yaşamaya mecbur kalmışlardır. Bu derebeylerinin ve tebaalarının
alışılagelmiş yaşama biçimleri yeni bir biçimde ortaya çıkan krallıkları
etkilemesi kaçınılmaz olmuştur. Şöyle ki, benim kafamda oluşturduğum tabloya
göre demokrasilerdeki temsilcileri yani şuan milletvekili dediğimiz kişileri o
dönemin derebeyleri olarak nitelendiriyorum. Çünkü o bölgede yaşayan topluluğu
temsil eden bir durumdadır. Tek farkı seçilmiş kişiler değildir. Ancak toplum
bu derebeylerini yani tabii oldukları kişileri değiştirme gücüne sahiptir. Bu gücü
kullanan veya kullanmayan toplumlar olmuştur. Derebeyliklerin yıkılışından
sonra kral bütün topraklara hükmedebilmek için demokrasi dediğimiz kültürün
temellerini atmak mecburiyetindeydi. Zaten bu temeli atmadığı durumlarda
krallığın bütünlüğünü korumayı başaramamış ve birçok isyan ile karşılaşmıştır. Bu
sebeple demokrasinin Antik Yunan’ı saymazsak yakın tarihteki ilk örnekleri bu
dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır.
Türk
toplumunda ve devlet yapısında öyle bilinmese bile aslında bir demokrasi
kültürünün olduğunu -en azından temel olarak ve devlet felsefesinde mevcuttur-
söylemek yanlış olmaz. Mesela ilk Türk devletlerindeki kurultaylar daha sonraki
divan ismi altında toplanan meclisler bir bakıma Türkiye’deki şuan sürdürülmeye
çalışılan devlet yapısına temel ve örnek oluşturmuşlardır.
-Bir
ara konuya girip üstteki yerden devam edeceğim.- Demokrasi, her bireyin tek
başına gelişmesi ve kendisini geliştirmesi, haklarının bilincinde olması, fikir
ve düşüncelerinin devlet yönetiminde ve toplumsal gelişmelerde önemsenmesi
üzerine kurulu bir kurumdur. Tek kişilik demokrasi olmaz. Toplumun hem bütünlük
içinde hem de bireysel olarak kendini geliştiren ve topluma aidiyet duygusu
içinde hareket etmesi ile demokrasi ortaya çıkar. Aksi durumlarda demokrasi
eksik kalır ve belirli bir kesimin baskısına dönüşür.
Şimdi
konumuza devam edelim. Bunu arada belirttim. Çünkü bizdeki temel olarak bulunan
demokrasi kültürü kesin bir itaat kültürü içinde yaşanmıştır. Bu da
demokrasinin niteliğini gölgelemektedir. Osmanlı’da bir süre sonra bu demokrasi
geleneği sekteye uğramış ve gerilemeye başlamıştır. Osmanlının yıkımını getiren
bir sebepte halkın artık göz ardı edilmesi ve Dünya’daki gelişmelerden uzak
tutulmasıdır. Bu bozulan din anlayışının da bir getirisidir. Devlet bütün
dinlere saygı gösterdiğini söyleyerek halkı yönetirken dini bir baskı ve itaat
aracı olarak kullanırsa bundan hem devletin hem dinin hem halkın zararlı
çıkması kaçınılmazdır. Böyle gelişen bir durumda tabi ki Tanzimat gibi bir
fermanın ilanı ve meclis açılması aslında Osmanlıyı eleştirildiği kadar kötü
değil aksine daha iyi bir tecrübeye götürmüştür. Bu ferman olmasaydı veya
meclis açılmasaydı daha kötü sonuçlara maruz kalabilirdik. Dağılmayı baskı ile
engellemeye çalışmak, her etki bir tepkiyi doğurur felsefesine göre bizi daha
kötü bir duruma getirebilirdi. Tanzimat fermanı, meclisin açılması, anayasanın
kabulü, diğer ilan edilen fermanlar ve süre gelen süreç demokrasiyle tekrar
toplumun tanışması başlamıştır demek yanlış olmaz. Demokrasiye geçiş,
anayasanın kabulü ve Batıya açılan bir toplumda değişmeler meydana getirmiştir.
Toplum ve aile yapısındaki cemiyet ve geleneksel yaşam değişmeye başlamış artık
bireysel düşünceler ön plana çıkmıştır. Bu dönemde yazılan eserlerde toplumun
cemiyet merkezli, kişileri sınırlayan ve söz haklarının olmadığı yani
düşüncelerinin önemsenmediği bakış açısı birçok kere eleştirilmiştir. İnsanların
daha küçük birimler olarak yaşama arzusunu öğreten ve perçinleyen Batı geleneği
aslında demokrasinin ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur denebilir.
İşte
hem Dünya hem Türk toplumu ve devlet gelenekleri halkın düşüncelerini ve
haklarını görmezden gelmesi sonucunda demokrasinin temelleri atılmıştır ve
sürdürülmeye çalışılmıştır. Batı toplumunda derebeylerinin, kralların ve
kilisenin baskısı sonucunda başlayan bir mücadele ile elde edilen demokrasinin
söylendiği kadar “ileri demokrasi” olarak isimlendirilmesinin nedeni tabanın
isteği doğrultusunda ortaya çıkmasındandır. Bizim toplumumuzda ise çağın
gerekliliği için veya Batı gibi olmak için yöneticilerin halka “belirli düzeyde”
sahip olmamız gereken bir özellik olarak dayattığı şey demokrasidir. Halk bir
mücadele ile kazanmadığı için demokrasinin, haklarının ve düşüncelerinin
değerini hala anlayabilmiş değildir. Bu sadece Cumhuriyet öncesinde değil
sonrasında da bu şekilde süregelmiştir. Halkın yakın zamanda atlattığımız darbe
girişimini de demokrasiyi korumak için değil iktidar olan gücü korumak için
engellediğini söylemek yanlış olmaz. Çünkü herkesin bildiği gibi halk, Atatürk’e
olan saygısı ve iktidara olan güveni yüzünden “demokrasiye sahip çıkma”
görevini yerine getirmiştir. Aksi durumda yani hem Atatürk’e hem iktidara
saygısı ve güveni olmasaydı böyle bir engellemeyi yapıp yapmayacağı tam bir
gizemdir. Bu görüşümü de şöyle ortaya çıkarttım: Önceki darbelerde halk hem
kendisine hem de devleti yönetenlere o kadar güvenmediği için başka bir seçenek
için darbeye sessiz kalmıştır. Ama yakın zamanda darbe yapmaya çalışanlara bir
seçenek olarak değil de seçenekleri azaltan bir düşman olarak baktığı için “dur”
diyebilmiştir. Bence halkı burada harekete geçiren en önemli etkenler
yukarıdaki saydıklarımdır.
Darbelerden
bahsetmeye başlamışken diğerlerine de şöyle bir göz atmakta fayda vardır. Çünkü
konumuz demokrasi. Darbeleri demokrasiye yapılan resmen bir “hakaret” olarak
nitelendirmek eksik bir tanım olur fazla olmaz diye düşünüyorum. Darbeler,
bence fazlalaşan demokrasiyi kısaltmaya gelen bir tıraş makinesi gibidir.
Sürekli duyduğum belki siz de duyuyorsunuzdur “vesayet” denilen şey tam olarak
budur bence. “Belirli düzeyde” demokrasi
olarak az önce bahsettiğim şeyin düzeyini işte bu vesayet rejimindekiler
belirler. Şöyle bıraksalar halk aslında kendi kendine düze çıkacak ama
demokrasiyi kısıyorlar, insanları susturuyorlar ve korkutuyorlar. “Size fazla
demokrasi yok. Bizim kölemiz olarak kalacaksınız.” Gibi bir yaklaşım
sergiliyorlar. Her zaman söylendiği üzere en kötü iktidar bile darbe
yapılmasından iyidir. Tamam henüz bizim toplumumuzda demokrasinin değeri kavranamamıştır.
Nasıl yapılacağı bile bilinmemektedir. Ama bu halkımızın, yani senin, benim, akrabalarımızın,
komşularımızın ve herkesin ellerinde olan ve olması gereken bir hakkıdır.
Yapılan tüm darbelerin başka ülkelerin ve gücü elinde bulunduranların yaptırdığı
da güneşin ısı verdiği kadar gerçektir. Demek ki bizim demokrasi ile
ilişkimizin “belirli bir düzeyde” kalması için sürekli bir müdahaleye maruz
kalıyoruz.
Peki,
demokrasi tavandan tabana öğretilmeye çalışılması yüzünden halk demokrasiyi
öğrenemeyecek mi? Veya bu vesayet rejimini, ne bileyim bürokrasiyi, birçok
gizemli gücü ve karanlıkta gizlenenleri aşamayacak mı? Bunu yapabilir. Öyle
isyan etmesi, savaşması falan da gerekmez. Bunu başarabilmek için sivil toplum
örgütlenmelerine önem vermemiz gerekiyor. Tabi ki ilk önce kendimizi geliştirmeli,
demokrasinin mantığını ve gücünü anlamalıyız. Sivil toplum örgütlerinde
örgütlenmeli, düşüncelerimizi kanunlar ve yasalar sınırlarında bizi yönetmekte
olanlara yani devlete aktarmalıyız. Doğru ve yanlışlara, gerekli ve
gereksizlere, isteklerimize ve fayda sağlayacak şeylerde söz hakkımızı
kullanmalıyız. Demokrasi, sivil toplum örgütlenmesi olmadığı takdirde sadece
sandığa gidip oy kullanmaktan başka halkı ilgilendirmez. Bu da demokrasi
geleneğine aykırı bir durumdur. Demokrasinin bizim toplumumuzda oturmamasının
nedeni yukarıdan gelen bir “lütuf” olarak görmemiz değil bizim demokrasinin
şartlarını tam olarak kavrayamamış olmamızdan gelir. İnsanlar birey olarak
kendi düşüncelerini üretmesi kaçınılmazdır. İnsanlara ne kadar baskı uygularsanız
uygulayın yine de düşüncelerini engelleyemezsiniz. Yapılması gereken bence bu
düşüncelerini medeni bir insan gibi kendisi gibi düşünenlerle birlikte ifade
edebilmesidir. Bu yüzden de sivil toplum örgütlerini kullanarak devlet
yönetimine, siyasi partilere, bürokrasiye ve birçok alana etki gücünü
gösterebilmesidir.
Ülkemizde
sivil toplum örgütü denildiğinde genelde yasa dışı sol örgütler, anarşistler
geliyor. Bu ön yargıyı yıkıp herkesin yararlanabileceği birer kurum olduğunu
gösterilmesi gerekmektedir.
Yanıldığım
yerler olduysa bunları bana iletebilirsiniz. Kimseye karşı kin gütmem ve
herkesin eleştirisine memnuniyet ile yaklaşırım. Öyle uzman falan değilim bu
konuda yanılmam gayet doğal bir durumdur. Sadece aklıma gelmişken bu konudaki
düşüncelerimi size de aktarmak istedim. Beğendiyseniz, bana katılıyorsanız veya
katılmıyorsanız destek olmak için paylaşabilirsiniz.
Bülent Böceci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder