4 Mayıs 2017 Perşembe

Problemlerimiz: Demokrasi

Öncelikle uyarayım eğer vaktiniz yoksa daha sonra okuyunuz. Biraz uzun bir yazı olacak, öyle tahmin ediyorum. Sıkılabilirsiniz ama çok şey fark edebilirsiniz. Bilgi düzeyinize bağlı bir durum bu söylediğim.
Geçen gün derste geleneksel yaşamın bireysel yaşama doğru değişimi üzerine konuşulurken aklıma gelen bir konuydu. Konuyu birazdan anlatacağım olaylarla ilişkilendirdim. Böyle de konunun yazılma vesilesini belirtmiş olayım.

Konumuz demokrasi ve demokrasinin Türkiye’de oluşumu, alt yapısı ve etkileridir. Demokrasinin tüm Dünya’da ortaya çıkışı bana göre derebeyliklerin yıkılması ile başlar. Şimdi ne alaka diyebilirsiniz. Şu sebepten ortaya çıkış sebebidir: Derebeylikler yıkılınca, mevcut derebeyleri yani lordlar bir kralın buyruğu altında yaşamaya mecbur kalmışlardır. Bu derebeylerinin ve tebaalarının alışılagelmiş yaşama biçimleri yeni bir biçimde ortaya çıkan krallıkları etkilemesi kaçınılmaz olmuştur. Şöyle ki, benim kafamda oluşturduğum tabloya göre demokrasilerdeki temsilcileri yani şuan milletvekili dediğimiz kişileri o dönemin derebeyleri olarak nitelendiriyorum. Çünkü o bölgede yaşayan topluluğu temsil eden bir durumdadır. Tek farkı seçilmiş kişiler değildir. Ancak toplum bu derebeylerini yani tabii oldukları kişileri değiştirme gücüne sahiptir. Bu gücü kullanan veya kullanmayan toplumlar olmuştur. Derebeyliklerin yıkılışından sonra kral bütün topraklara hükmedebilmek için demokrasi dediğimiz kültürün temellerini atmak mecburiyetindeydi. Zaten bu temeli atmadığı durumlarda krallığın bütünlüğünü korumayı başaramamış ve birçok isyan ile karşılaşmıştır. Bu sebeple demokrasinin Antik Yunan’ı saymazsak yakın tarihteki ilk örnekleri bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır.
Türk toplumunda ve devlet yapısında öyle bilinmese bile aslında bir demokrasi kültürünün olduğunu -en azından temel olarak ve devlet felsefesinde mevcuttur- söylemek yanlış olmaz. Mesela ilk Türk devletlerindeki kurultaylar daha sonraki divan ismi altında toplanan meclisler bir bakıma Türkiye’deki şuan sürdürülmeye çalışılan devlet yapısına temel ve örnek oluşturmuşlardır.

-Bir ara konuya girip üstteki yerden devam edeceğim.- Demokrasi, her bireyin tek başına gelişmesi ve kendisini geliştirmesi, haklarının bilincinde olması, fikir ve düşüncelerinin devlet yönetiminde ve toplumsal gelişmelerde önemsenmesi üzerine kurulu bir kurumdur. Tek kişilik demokrasi olmaz. Toplumun hem bütünlük içinde hem de bireysel olarak kendini geliştiren ve topluma aidiyet duygusu içinde hareket etmesi ile demokrasi ortaya çıkar. Aksi durumlarda demokrasi eksik kalır ve belirli bir kesimin baskısına dönüşür.

Şimdi konumuza devam edelim. Bunu arada belirttim. Çünkü bizdeki temel olarak bulunan demokrasi kültürü kesin bir itaat kültürü içinde yaşanmıştır. Bu da demokrasinin niteliğini gölgelemektedir. Osmanlı’da bir süre sonra bu demokrasi geleneği sekteye uğramış ve gerilemeye başlamıştır. Osmanlının yıkımını getiren bir sebepte halkın artık göz ardı edilmesi ve Dünya’daki gelişmelerden uzak tutulmasıdır. Bu bozulan din anlayışının da bir getirisidir. Devlet bütün dinlere saygı gösterdiğini söyleyerek halkı yönetirken dini bir baskı ve itaat aracı olarak kullanırsa bundan hem devletin hem dinin hem halkın zararlı çıkması kaçınılmazdır. Böyle gelişen bir durumda tabi ki Tanzimat gibi bir fermanın ilanı ve meclis açılması aslında Osmanlıyı eleştirildiği kadar kötü değil aksine daha iyi bir tecrübeye götürmüştür. Bu ferman olmasaydı veya meclis açılmasaydı daha kötü sonuçlara maruz kalabilirdik. Dağılmayı baskı ile engellemeye çalışmak, her etki bir tepkiyi doğurur felsefesine göre bizi daha kötü bir duruma getirebilirdi. Tanzimat fermanı, meclisin açılması, anayasanın kabulü, diğer ilan edilen fermanlar ve süre gelen süreç demokrasiyle tekrar toplumun tanışması başlamıştır demek yanlış olmaz. Demokrasiye geçiş, anayasanın kabulü ve Batıya açılan bir toplumda değişmeler meydana getirmiştir. Toplum ve aile yapısındaki cemiyet ve geleneksel yaşam değişmeye başlamış artık bireysel düşünceler ön plana çıkmıştır. Bu dönemde yazılan eserlerde toplumun cemiyet merkezli, kişileri sınırlayan ve söz haklarının olmadığı yani düşüncelerinin önemsenmediği bakış açısı birçok kere eleştirilmiştir. İnsanların daha küçük birimler olarak yaşama arzusunu öğreten ve perçinleyen Batı geleneği aslında demokrasinin ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur denebilir.
İşte hem Dünya hem Türk toplumu ve devlet gelenekleri halkın düşüncelerini ve haklarını görmezden gelmesi sonucunda demokrasinin temelleri atılmıştır ve sürdürülmeye çalışılmıştır. Batı toplumunda derebeylerinin, kralların ve kilisenin baskısı sonucunda başlayan bir mücadele ile elde edilen demokrasinin söylendiği kadar “ileri demokrasi” olarak isimlendirilmesinin nedeni tabanın isteği doğrultusunda ortaya çıkmasındandır. Bizim toplumumuzda ise çağın gerekliliği için veya Batı gibi olmak için yöneticilerin halka “belirli düzeyde” sahip olmamız gereken bir özellik olarak dayattığı şey demokrasidir. Halk bir mücadele ile kazanmadığı için demokrasinin, haklarının ve düşüncelerinin değerini hala anlayabilmiş değildir. Bu sadece Cumhuriyet öncesinde değil sonrasında da bu şekilde süregelmiştir. Halkın yakın zamanda atlattığımız darbe girişimini de demokrasiyi korumak için değil iktidar olan gücü korumak için engellediğini söylemek yanlış olmaz. Çünkü herkesin bildiği gibi halk, Atatürk’e olan saygısı ve iktidara olan güveni yüzünden “demokrasiye sahip çıkma” görevini yerine getirmiştir. Aksi durumda yani hem Atatürk’e hem iktidara saygısı ve güveni olmasaydı böyle bir engellemeyi yapıp yapmayacağı tam bir gizemdir. Bu görüşümü de şöyle ortaya çıkarttım: Önceki darbelerde halk hem kendisine hem de devleti yönetenlere o kadar güvenmediği için başka bir seçenek için darbeye sessiz kalmıştır. Ama yakın zamanda darbe yapmaya çalışanlara bir seçenek olarak değil de seçenekleri azaltan bir düşman olarak baktığı için “dur” diyebilmiştir. Bence halkı burada harekete geçiren en önemli etkenler yukarıdaki saydıklarımdır.

Darbelerden bahsetmeye başlamışken diğerlerine de şöyle bir göz atmakta fayda vardır. Çünkü konumuz demokrasi. Darbeleri demokrasiye yapılan resmen bir “hakaret” olarak nitelendirmek eksik bir tanım olur fazla olmaz diye düşünüyorum. Darbeler, bence fazlalaşan demokrasiyi kısaltmaya gelen bir tıraş makinesi gibidir. Sürekli duyduğum belki siz de duyuyorsunuzdur “vesayet” denilen şey tam olarak budur bence.  “Belirli düzeyde” demokrasi olarak az önce bahsettiğim şeyin düzeyini işte bu vesayet rejimindekiler belirler. Şöyle bıraksalar halk aslında kendi kendine düze çıkacak ama demokrasiyi kısıyorlar, insanları susturuyorlar ve korkutuyorlar. “Size fazla demokrasi yok. Bizim kölemiz olarak kalacaksınız.” Gibi bir yaklaşım sergiliyorlar. Her zaman söylendiği üzere en kötü iktidar bile darbe yapılmasından iyidir. Tamam henüz bizim toplumumuzda demokrasinin değeri kavranamamıştır. Nasıl yapılacağı bile bilinmemektedir. Ama bu halkımızın, yani senin, benim, akrabalarımızın, komşularımızın ve herkesin ellerinde olan ve olması gereken bir hakkıdır. Yapılan tüm darbelerin başka ülkelerin ve gücü elinde bulunduranların yaptırdığı da güneşin ısı verdiği kadar gerçektir. Demek ki bizim demokrasi ile ilişkimizin “belirli bir düzeyde” kalması için sürekli bir müdahaleye maruz kalıyoruz.

Peki, demokrasi tavandan tabana öğretilmeye çalışılması yüzünden halk demokrasiyi öğrenemeyecek mi? Veya bu vesayet rejimini, ne bileyim bürokrasiyi, birçok gizemli gücü ve karanlıkta gizlenenleri aşamayacak mı? Bunu yapabilir. Öyle isyan etmesi, savaşması falan da gerekmez. Bunu başarabilmek için sivil toplum örgütlenmelerine önem vermemiz gerekiyor. Tabi ki ilk önce kendimizi geliştirmeli, demokrasinin mantığını ve gücünü anlamalıyız. Sivil toplum örgütlerinde örgütlenmeli, düşüncelerimizi kanunlar ve yasalar sınırlarında bizi yönetmekte olanlara yani devlete aktarmalıyız. Doğru ve yanlışlara, gerekli ve gereksizlere, isteklerimize ve fayda sağlayacak şeylerde söz hakkımızı kullanmalıyız. Demokrasi, sivil toplum örgütlenmesi olmadığı takdirde sadece sandığa gidip oy kullanmaktan başka halkı ilgilendirmez. Bu da demokrasi geleneğine aykırı bir durumdur. Demokrasinin bizim toplumumuzda oturmamasının nedeni yukarıdan gelen bir “lütuf” olarak görmemiz değil bizim demokrasinin şartlarını tam olarak kavrayamamış olmamızdan gelir. İnsanlar birey olarak kendi düşüncelerini üretmesi kaçınılmazdır. İnsanlara ne kadar baskı uygularsanız uygulayın yine de düşüncelerini engelleyemezsiniz. Yapılması gereken bence bu düşüncelerini medeni bir insan gibi kendisi gibi düşünenlerle birlikte ifade edebilmesidir. Bu yüzden de sivil toplum örgütlerini kullanarak devlet yönetimine, siyasi partilere, bürokrasiye ve birçok alana etki gücünü gösterebilmesidir.
Ülkemizde sivil toplum örgütü denildiğinde genelde yasa dışı sol örgütler, anarşistler geliyor. Bu ön yargıyı yıkıp herkesin yararlanabileceği birer kurum olduğunu gösterilmesi gerekmektedir.


Yanıldığım yerler olduysa bunları bana iletebilirsiniz. Kimseye karşı kin gütmem ve herkesin eleştirisine memnuniyet ile yaklaşırım. Öyle uzman falan değilim bu konuda yanılmam gayet doğal bir durumdur. Sadece aklıma gelmişken bu konudaki düşüncelerimi size de aktarmak istedim. Beğendiyseniz, bana katılıyorsanız veya katılmıyorsanız destek olmak için paylaşabilirsiniz. 

Bülent Böceci

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder