Merhaba,
İlk
olarak geçmişe giderek eğitim konusunda birkaç düşünce belirtmem ve hatırlatmam
gerekiyor. Osmanlı dönemi, Selçuklu dönemi ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde
bilindiği üzere okumuş kişi sayısı öyle fazla değildi. Cumhuriyet döneminde
artış oldu ancak bu şu anki duruma göre gerçekten düşük bir oran. Osmanlı
döneminde, Selçuklu döneminde ve belki
daha önceki dönemlerde okumaya gönül vermiş ve kendini bu yönde geliştirmek
isteyen insanlar zamanın eğitim kurumlarında veya bilgili “hoca, aydın” vb.
kişilerin yanında çırak olarak eğitim görüyorlardı. O zamanlar şu anki gibi
vergiler, kapitalizmin cazibesine kapılmak ve gereksiz oyalayıcı şeyler
olmadığı için insanlar şu ana göre daha rahat bir şekilde hedefleri
doğrultusunda hareket edebiliyordu. Tabi o zamanlarda başka zorluklar vardı,
yoksa neden okuma oranı bu kadar düşük olsun? Cumhuriyet döneminde de Atatürk’ün
eğitime verdiği önem sayesinde istediğin mesleği yapmak ve eğitimini almak
kolaydı. Bunu öğrenmek için birçok kaynak bulunuyor. Bu yazının konusu bu
olmadığı için daha fazla detaya girmeye gerek duymuyorum.
Şimdi
ise, daha önce yazdığım yazılarda değindiğim kapitalizm denen bir ticaret batağında
insanların harcanması, beyinlerin yıkanması ve insanın yaşadığı kimlik
bunalımlarını bu konuya bağlayabilirim. İnsanlar, farkında olmadan gerekli
gereksiz birçok şeye para harcıyor. Sırf marka olduğu için ve o an onun moda
olduğunu düşündüğü birçok eşyaya paralarını harcıyor. (Nasıl oldu bilmiyorum
ama iki cümle de aynı şekilde bitti.) Buna örnek vermek gerekirse, elimizde
henüz eskimemiş ve ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek bir telefonumuz var. Ancak
bunun daha iyisi çıktığında, ihtiyacımız olmamasına rağmen onu almamız
gerektiği düşüncesine yöneltiliyoruz. Ama HİÇ ihtiyacımız yok, çünkü elimizdeki
telefon hala işimizi görüyor. Bu tamamen çevresel etmenler yüzünden oluyor.
Şimdi böyle aldığımız birçok eşyayı düşünün, gelirimizin büyük kısmı böyle
şeylere hibe ediliyor. Bunlara paramızı harcamamış olsaydık gelirimizi eğitim
için kullanabilir miydik? Evet. Şimdi bu anlattığımı aklınızda tutun. Bir diğer
konuya geçiyorum.
Şu an
devletin bizden doğrudan ve dolaylı yollardan aldığı vergileri düşünün.
Doğrudan olana örnek vermek gerekirse, katma değer vergisini sayabiliriz.
Dolaylı yoldan olana ise şöyle bir örnek vermek yerinde olur. Bir araç
alıyoruz, bu aracın fabrikadan çıktığındaki satış miktarı x olsun. Bunun kar
miktarını ekliyoruz, x+k. (k- kar) Türkiye’ye girişinde kesilen ötv, mtv, kdv
birçok vergiyi ekleyelim, x+k+v+v+v+v. (v- vergi) Normalde 10 bin lira olan
araba kar ile 15 bin olsun. Vergiler ile birlikte 45 bin lira civarı bir paraya
bize satışa sunuluyor. Fazladan 30 bin lira para ödedik. Bu parada yine bizim
cebimizden çıkıyor. Vergiler bu kadar yüksek olmasaydı, gelirimizi eğitimimize
harcayabilir miydik? Evet. Şimdi vergiyi de aklımızda tutuyoruz. Artık asıl
konuya geçiyoruz.
“Gelir
düzeyi eğitimi nasıl etkiler?” sorumuz bu. Yukarıda anlattığım üzere zaten
gelirimizi zaten çok fazla şeye gereksiz olarak hibe ediyoruz. Bir de gelirimiz
düşük ise, aile çocuğuna nasıl daha iyi ve çocuğun istediği “yetenekli olduğu,
ilgisinin olduğu” bir alanda eğitim görmesini sağlayabilir? Örneğin, eve sadece
asgari ücret girdiğini düşünelim. Aile 3 kişilik olsun. (CB’mız en az 3 çocuk
dedi ama olsun.) Şimdi gelirin bir kısmı vergilere gidiyor, G(Gelir). G-v-v-v…
Ev masrafları var tabi bir de. Geriye bir şey kalırsa, diyecektim ancak geriye bir
şey kalmıyor. Şimdi bu ailenin çocuğunun Türkiye'nin en iyi üniversitesinde konservatuvar okuyabileceğini düşünüyor musunuz? Bu çocuk örneğin İstanbul gibi
bir yerde sadece devlet bursu olan 450 TL ile hadi yine iyiyiz diyelim devlet
yurdunda kalarak, yaşayabileceğini düşünüyor muyuz gerçekten? Bakın bunun bir
olasılığı yoktur. Çocuğun İstanbul’da bir işe girip çalışması gerekir. Bu çocuk
okusun mu çalışsın mı? Okumak için çalışsın şıkkını işaretledik, ancak şimdi
bir sorunumuz daha var. İş nasıl bulacak? Buldu diyelim bu iş ne kadar ona para
kazandırabilir? Okumasına ve yaşamasına yetecek bir miktarda para kazanmasının olanağı
yok. Ayrıca bu şekilde okumayı başardı diyelim, konservatuvar okuyor. İş bulması
ve mesleğini yapabilme olasılığı da pek olası gözükmedi benim gözüme.
Bu
aile çocuğunu böyle bir yükün altına atmaz. Bu şekilde eğitim görmenin ve sonu
öyle çok belirli olmayan bir alanda ilerlemesi emin olun hem zor hem de çocuğun
üzerindeki ruhsal etkisi çok olumsuz olacaktır. Bu şekilde eğitim gördükten
sonra insanın içinde ister istemez bir “aşağılık duygusu” ortaya çıkar. Bu
aşağılık duygusu da şudur: İstanbul’da en iyi olarak tabir edilen bir okuldaki
öğrencilerin çoğunun ailesinin geliri ve olanakları çok fazladır.
Arkadaşlarıyla kendi hayatını karşılaştırmaya başladığı takdirde kendisini
onlardan daha “ezik” hissetmeye başlar. (Bu tanımlamalar kötü olsa da hayatın
gerçekleri, kimseyi aşağıladığım falan yok. Yanlış anlaşılma olmasın.)
Bu
örneğimizdeki çocuğun illa ki üniversite okuyorsa sonunda iş olanağı olan bir
bölümü, yaşamın pahalı olmadığı bir şehirde okuması zorunlu hale gelir. Bunu
yapsa ne olur? İstediği bölümü okumamış, hayallerini yırtıp atmış olur. Bir
insanın hayalinin yok olması demek o insanın yaşamasının pek bir anlamı
olmadığı düşüncesine beni itiyor. Sürekli bunu size anlatmaya çalışıyorum.
Hayallerimiz ve düşüncelerimizi ne kadar elde edebiliyorsak o kadar yaşıyoruz.
Her hayal ve düşünce sonuca ulaştığında iyi veya kötü şekilde çevresine iz
bırakır. “En son adını hatırlayan insan öldüğünde hiç yaşamamış olacaksın.”
bakış açısına göre bir insanın hayalini elinden aldığınızda o insan zaten bence
yaşamamış sayılır.
Şimdi
gelir düzeyi iyi olan bir aileyi örnek alalım. (Hak geçmesin J) Gelir düzeyi iyi bir aile
tanımım benim şu şekilde, hem anne hem baba çalışıyor ve bunların gelirleri
toplamı aylık en az 8 bin - 10 bin TL'nin yakınlarındaysa bu aile iyi gelirli bir
ailedir. Yine tek çocuğu olduğunu düşünelim. Bu ailenin çocuğu, isterse gider
yurt dışında eğitim görür, isterse Türkiye’de özel bir üniversitede güzel
sanatlar okur. Neden okur biliyor musun? Çünkü zaten tek çocuk, zaten ailesinin
geliri iyi gelecek kaygısı neden olsun? Annesi babası öldüğü durumda bile ailesi
çocuğunun bundan sonraki hayatı için yatırım yapmış olur. Böyle bir
durumda çocuk ileride acaba iş bulur muyum, işsiz kalır mıyım gibi sorularla
kafasını meşgul etmeden istediği bölümü okuyabilir. Bunu bu yazıyı okuyan
herkes adı gibi biliyor.
Ben
sizin bilmediğiniz bir şey anlatmaya çalışmıyorum. Sizi bu konu üzerinde
düşündürmeyi ve bu durumu düzeltmeye çalışmanız için teşvik etmeye çalışıyorum.
Sadece BoraSu’lar Berkecan’lar hayalleri peşinde koşmasın, Anadolu’da yaşan
Bülent’ler Hüseyin’ler de hayallerini gerçekleştirsin diye çabalamamız
gerektiğini size anlatmaya çalışıyorum. Kendimi acındırmıyorum tabi, isteseydim
ben de gidip İstanbul’da bilmem ne üniversitesinin adını bile söyleyemediğimiz
bir bölümünde okuyabilirdim. Ama yaşadığım şehirde istediğim bölümde okumak benim
tercihimdi. Elimde olanağım olmasına rağmen yapmadım ve yapmak isteyen geliri
düşük olan ailelerin çocukları olabilir diye bu durumun düzelmesi için sizlerin
ilgisini ve düşüncesini bu yöne yöneltmek istiyorum. Çünkü elimden bu geliyor,
sonuçta ben de öğrenciyim. Devrim yapacak halim yok şuan, ama ileride elimize
olanak geçtiğinde bu durumun düzelmesi için bir şeyler yapmalıyız. Bunu
yapabilmek için şimdiden bu konu üzerinde gerçekten sorunları çözecek çözümler
bulmaya çalışmalıyız.
(Yukarıda
yazdığım isimleri salladım. Genelde gelir düzeyi iyi aileler çocuklarına böyle
isim koyuyor, diğerleri de işte normal isim koyuyor. “İsimleri mi
ayrıştırıyorsun artık Bülent?” Evet, bunu da ben ayrıştırıyorum. Sanki her şey birleşik de bu ayrışıyormuş gibi kafaya
takmayın diye söylüyorum bunları. J))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder